17 Aralık 2012 Pazartesi

İstanbul'daki Bisiklet Yolları

Bisiklet yolları, şehirler ve metropoller için adeta bir gelişmişlik göstergesidir. Yurtdışındaki gelişmiş ülkelerin şehirlerine baktığımızda hemen hepsinde hem bisiklet kültürünün oluşmuş olduğunu ve kullanım oranlarının yüksek olduğunu, hem de şehir belediyelerinin bu bisikletler için yatırım yapmış olduğunu görmekteyiz.


Şekil 1: Poznan'da bir bisiklet yolu

Geçtiğimiz aylarda İstanbul'da gerek Avrupa'da gerekse Anadolu Yakası'nda sahil boyunca yaya yollarının yanında bisiklet yolları yapılmış, lakin araç sürücülerinin ve yayaların zihninde bir bisiklet kültürü oluşmadığı için bu yollar verimli kullanılamamıştı. Araçların bisiklet yollarına park etmeleri, yayaların da yine bu yollarda yürümeleri bisiklet kullanımını tatsız hale getirmeye başlamıştı.

Sorduğunuzda "aaa, burası bisiklet yolu muymuş?" şeklinde aldığınız cevaplar aslında durumu özetler nitelikteydi. Belediye birşeyler yapmak istiyordu, lakin vatandaşların zihninde bisiklet algısı oluşturulmadığından doğru yatırım yapılamıyordu.

Büyükşehir Belediyesi ise sorunu fiziksel olarak ayrılmış yollarda buldu. Zeytinburnu'nda, sahilden gelip, Veliefendi Hipodromu önünden geçip Güngören'e doğru giden yolun sağdaki şeridi araç trafiğine kapatılarak, fiziksel olarak ayrılmış, bisikletliler için de sinyalizasyonu gerçekleştirilmiş bir yol yapıldı.


Şekil 2: Zeytinburnu, bisiklet yolundan bir görünüş

Bu yolun bir benzeri de Anadolu Yakası'nda Bağdat Caddesi'ne yapıldı. Yolun sol tarafındaki tek şerit kapatıldı ve ayraçlarla fiziksel olarak yoldan ayrılarak bisiklet yolu haline getirildi. Bisiklet camiası şaşkınlık ile birlikte çok sevinçliydi bu yatırım sonucunda. 1-2 sene önce hayal gibi görünen; yalnızca Avrupa kentlerine özgü sanılan bisiklet yollarını kendi memleketlerinde görüyor olmak İstanbullu bir bisikletsever için cennette olmak gibi birşeydi. Arkadan gelen fren ve korna sesleri olmaksızın, sırf zevk için sıkıştıran araçlar olmaksızın bisiklet ile seyretmek...


Şekil 3: Bağdat Caddesi, bisiklet yolundan bir görünüş

Gelelim geçtiğimiz günlerde yaşanan olaylara. Geçtiğimiz hafta, 14 Aralık'ta (cuma günü) her zaman olduğu gibi yol kilitlenmiş, Kadıköy Belediyesinin telefonları trafikte kalan ve mağdur olduğunu iddia eden vatandaşlar tarafından çağrı yağmuruna tutulmuştu. Belediye de zor durumda kalmış ve Büyükşehir'den yolu sökmesi talebinde bulunmuştu. Bu nedenle 24 saat geçmeden kurulu olan ayraçlar sökülmüş, yol tekrardan araç trafiğine açılmıştı.

Bu durum bisikletseverleri bir hayli kızdırdı. Yolun zaten çok önceden yapılmasının gerektiğini, bunun için geç kalındığını, yolu tıkayanın bisiklet yolunun olmadığını, aksine köşebaşlarını durak gibi kullanan dolmuş-taksilerin; yol kenarlarını otopark gibi kullanan şahısların oluşturduğunu söyleyerek Pazar günü bir eylem gerçekleştirdiler. Bu eylemde bisikletleri ve pankartları ile gelen bisikletseverler yolun gezi için değil, ulaşım için kullanıldığını, mağdur olduğunu iddia eden insanların aslında trafiği kendilerinin oluşturduğunu savundular. Ayrıca bu eylemi yol tekrar kuruluncaya kadar her pazar saat 14:00'te tekrarlayacaklarını vurguladılar.



Video 1: Bisikletseverlerin Bağdat Caddesindeki eylemi, NTV canlı yayın

Yolun ilerideki durumu hakkında Büyükşehir Belediyesi tarafından henüz net bir açıklama yapılmadı. Yalnızca bir televizyon programında Kadir Topbaş'a bisiklet yolunun neden kaldırıldığına ilişkin bir soru yöneltildi, Kadir Topbaş ise 1050 km'lik bisiklet yolu planının hazır olduğunu söyledi, ancak bu sorunun cevabı alınamadı. Bir şehir olarak bisiklet kültürü ile tanışmamız için büyük bir fırsattı, ancak bunun olup olmayacağını sanırım zaman gösterecek.


Video 2: Kadir Topbaş'ın canlı yayında bisiklet yolu ile ilgili yorumları, Kanaltürk

Benim kişisel kanaatim, bu yolun hem kurulması, hem de kaldırılması gerçekten yaşanması gereken iki olaydı. Bu sayede taraflar birbirinin farkında olacaklar herşeyden önce. En azından bisikletlilerin kendilerini farkettirdiği bir olay oldu bu.

Büyükşehir'in burada yapması gereken sert durup bundan sonra geri adım atmamaktır. -sanırım bu konudaki en benzer ve net örnek metrobüs yoludur- Bisiklet yolları ile ilgili standartların oluşturulup tüm yolların bu şekilde inşa edilmesini sağlamaktır. Nihayetinde seneye de olsa, 20 sene sonra da olsa bu yollar yaşantımıza girecektir. İnsanların zihinlerinde bisiklet algısı oluştuktan sonra zaten gerisi iplik söküğü gibi gelecektir.

Saygılarımla.

9. Gün Notları

Kuşadası, normalde daha uzun olan, lakin daha fazla zevk alabilmemiz için kısaltmış olduğumuz yarım Ege turumuzun son durağı... Otobüs biletlerimizi aldık, 3 gün sonra artık bisikletlerimizi bagaja atıp döneceğiz İstanbul'a. Buna karşın buralarda hala görmek istediğimiz yerler var, ki girişi Kuşadası'dan 25 kilometre güneyde olan Dilek Yarımadası Milli Parkı bunlardan en çok görmeyi arzu ettiğimiz... Dönmeden önce mutlaka buraya uğramak istiyoruz.

Kuşadası'na vardıktan sonraki gün kendimizi plajlara verip ondan sonraki gün de koy koy gezmek üzere tekne tepelerinde takılıyoruz. Açıkçası koyların büyük kısmını yolda gelirken zaten gördük, bir tek yüzmemiştik; bunu da yapmış bulunduk.

Dönüş gününe ise Dilek Yarımadası'nı bıraktık. Gündüz oraya gidecek, Zeus mağarasındaki +4 C sıcaklıktaki suyun içine girip bütün yorgunluğu atacak, koyları gezip orada da denize girecek, Milli Parkın tertemiz havasını ciğerimize çekecek ve İstanbul'a dönmek üzere tekrar Kuşadası'na dönecektik plana göre. Nitekim yolda çıkan bir takım sıkıntılar bizi plandan saptırmadı ve eksiksiz gerçekleştirdik tüm planı. Gelelim günlüğümüze, bakalım neler yaşamışız...

Saat 11 gibi,  3 gün boyunca kaldığımız Bahar Pansiyon'un sahibi ile vedalaşıp pansiyonu terkettik. Yola çıkmadan önce her sabah yaptığımız gibi bisikletlerimizi kontrol ettik. İkimizin lastiklerinin inik olduğunu görünce sıvadık kolları ve iki bisikleti de servise aldık ayrı ayrı... Başlangıçta Necati'nin bisikletindeki sorun daha can sıkıcı görünüyordu, yedek aldığımız iç lastiklerin jant deliğine tam oturmaması epey canımızı sıktı, ayrıca bir o kadar da vaktimizi aldı. Benim ön lastiğimdeki iç lastikteki sorunu çözdüğümü sanıyordum, ancak ileride epey yanıldığımı anlayacaktım.

Yola çıktıktan yaklaşık yarım dakika sonra ön tekerin tekrar indiğini gördüm. Artık yama tutmayacağını anlamıştım; Bunun üzerine Necati'yi bir bisikletçi bulması için gönderdim. Sağolsun, aradı taradı, lakin bisikletime uygun bir lastik bulamadı... Yamayı tekrardan tamir etmek tek çarem gibi görünüyordu, ya da yola çıkmayacaktık. Tabii ki bunu bir opsiyon olarak görmedim, tamire giriştik. Tekrar toplayıp yola düştük.

Yolda ön lastiğin basıncı 3-4 kilometrede bir iyice düşmeye başladı. Öyle ki, beni yorması bir yana, sürüş güvenliğimi de tehlikeye sokmaya başlamıştı. En sonunda, zor zamanlar için Decathlon'dan satın almış olduğum lastik onarıcı köpüğü kullanma kararı aldım.

Söz konusu tamir edici köpüğün işe yarayıp yaramayacağından pek emin değildim; işe yarasa bile "lastiğe nasıl etkisi olacak", "sürüşümü bozacak mı?" gibi sorular kafamı kurcalıyordu. (eminim hiç kullanmayan arkadaşların da öyledir) Ancak kaygılarımın yersiz olduğunu tamir köpüğünü iç lastiğin içine sıktıktan hemen sonra anladım. Lastik tamamen şiştikten sonra biraz ilerleyip pompa ile de üzerine hava basınca eskisini aratmayacak kondisyona ulaştı; ardından yolumuza devam ettik.

Dilek Yarımadası, Güzelçamlı beldesinin hemen bitiminden itibaren başlıyor. Milli Park girişinden hemen önce solumuzda Zeus Mağarası tabelasını görüyoruz. Kuzenimden almış olduğum tavsiye ile hemen dönüyoruz tabelanın gösterdiği yöne, zaten mağaranın da hemen yolun dibinde olduğunu farkediyoruz. Mağaranın özelliği şu; içerisinde soğuk ve tatlı su var. Ne kadar soğuk derseniz, gece, gündüz, yaz, kış 4 derece imiş. Diğer yerli  ve yabancı turistler gibi biz de derhal suya giriyoruz. Sonuç, su hakikaten soğuk!

Milli Parka bisikletlerle girer girmez tertemiz havayı hissetmeye başlıyoruz. Sık orman içerisinde, sağ tarafımızdaki masmavi deniz ve sımsıcak güneş eşliğinde pedal atmaya başlıyoruz. Ortam, manzara o kadar güzel ki, yokuş yukarı pedal attığımızı bile farketmemişiz.

Dilek Yarımadası'nda gece kalmak yasak; eskiden serbestmiş, lakin artık kalınmıyormuş. Buna karşın kumsallarında denize girilebiliyor. Güzelçamlı beldesine yakın sayılabilecek mesafede 3 adet kumsal bulunmakta, bunlardan ilki girişten sonra 1. kilometrede, ikincisi 7. kilometrede, üçüncüsü ise 11. kilometrede bulunmaktaydı (hatrımda kaldığı kadarıyla, yanılıyor olabilirim.) Biz ikincisini seçtik, zira birincisi çok yakındı ve yalnızca amacı denize girmek olan insanların akınına uğramıştı. üçüncüsü ise haliyle, uzaktı.

Enfes bir denizi var Dilek Yarımadası'nın. Belki de bu yaşıma kadar girdiğim en iyi sıcaklık-zemin-dalga-temizlik kombinasyonuna sahipti. Katettiğimiz onca kilometreyi anında unutuverdik. Derken süprizler belirdi arkamızda; burada yaşayan, insanlara alışık olan domuzcuklar varmış. Özellikle piknik yapan ve artanları domuzlara veren insanlar sayesinde epey bir evcilleşmişler ve insanlardan korkmaz olmuşlar.

Hava hafiften kararmaya başladığında yavaş yavaş dönüş hazırlıklarına başladık. Herşeyimizi toplayıp dönüş yoluna koyulduk. Akşam 20:30'da Kuşadası'ndan kalkacak olan otobüsümüze yetişmek için seri bir şekilde pedalladık. Zaman problemimiz yoktu, lakin olur ya, lastik patlar, zaman kaybederiz bir şekilde diyerek temkinli bir şekilde yola çıktık.

Dilek Yarımadasından çıkışımızı sanırım hayatım boyunca unutmayacağım. Ellerimizi bırakıp, hatta iki ana açıp, yokuş aşağı kuşlar gibi salındığımızı, rüzgarı hissettiğimizi hatırlıyorum. O kadar ki, bu mutlu anın fotoğrafını bile çekememiştim. Yolun geri kalanı da bir o kadar güzeldi. Güneşin üzerimize batması, aynı zamanda turumuzun da sonu olduğundan hüzünlendirmişti bizi.

Kuşadası'nda yeni otogarın biraz yukarıda oluşu son dakikalarımızda epey yorulmamıza yol açtı. Buna rağmen hızımız çok kesilmedi ve otobüsün kalkışına 1 saat kala otogara varabildik. Üzerimizi başımızı değiştirip, nefeslenip otobüsümüzü bekledik. Bir de birbirimizi tebrik merasimimiz oldu haliyle... Vakit gelince de Kamil Koç yine bizi şaşırtmadı ve bizim için özel bir bagaj alanı açtı. Bir kez daha Kamil Koç yöneticilerine, şöförlerine ve muavinlerine teşekkür etmek isterim buradan.

Tadı damağımızda kaldı tabii ki bu turun. Kısmetse seneye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yazı serisini okuyup da bize katılmak isteyen arkadaşlar olursa başımızın üzerinde yeri vardır her daim.

Sağlıcakla kalınız.

19 Eylül 2012 Çarşamba

8. Gün Notları...

İzmir'de yeterince dinlendikten sonra bir sonraki durağımız olan Kuşadası'na doğru yola çıkıyoruz. Güzergahımız, Gaziemir'den geçerek Menderes tarafından İzmir'i terketmeye, ardından Ahmetbeyli'den geçerek Kuşadası'na yönelmeye dayanıyor ve bu toplamda 80 kilometrelik bir mesafeye tekabül ediyor. Yola haritadan baktığımızda, bir barajın (tahtalı Barajı) yanından geçeceğimizi görüyoruz, bu da bize bir miktar yükselti tırmanacağımıza dair ipuçları veriyor.

Şekil 1: 8. Gün için gözümüze kestirmiş olduğumuz rota

Besmeleyle başlıyoruz pedallar çevirmeye. Günlerden pazartesi olmasından dolayı İzmir çıkışına kadar, özellikle Gaziemir tarafında yoğun bir trafik bizi bekliyor. Bol miktarda ışık bekledikten ve araçların arasından sıyrılırken epeyce düşüyor ortalama hızımız. Bisiklet de takılır mı trafiğe demeyin, takılıyor işte. Hatta bu trafik benim için o kadar dert oluyor ki, aracın biri beni kaldırıma sıkıştırdığında pedalımı kaldırıma vuruyorum ve yolculuğumun geri kalanı boyunca bisikletimden gelen tak, tuk seslerini dinliyorum. (Bu yazıyı yazarken dahi sesin tam olarak nereden geldiğini bilmiyorum, henüz keşfedemedim)

Yolda bir de zincirleme kazaya şahit oluyoruz. Ancak bizim için tehlike arzedecek bir durum oluşmuyor o anda.

Kahvaltımızı yapmadan çıktığımız için ilk molayı kahvaltı da yapabileceğimiz, ancak en aşağı 1 saat sürdükten sonra varacağımız bir yerde vermek istiyoruz. Bunun için Menderes biçilmiş kaftan oluyor bizim için. Çıkış noktamızdan yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta olan Menderes'de yol üzerinde bir börekçide kahvaltımızı yapıyoruz. Börekçinin zengin kahvaltı tabağı da sunabildiğini görünce ağzımız kulaklarımıza varıyor ve büyük bir neşe içerisinde kahvaltımızı yapıyoruz.

Yaklaşık 50 dakika sonra, tam da yola çıma kararı almışken arka tekerime hain bir pıtrağın saplanmış olduğunu görüyorum. Hemen yolun karşısına, polis lojmanlarının önündeki gölgelik alana geçip tamir işlemlerine başlıyoruz. Bu işte epey ustalaştığımızı görüyoruz, zira 10 dakika içerisinde işlemi hallediveriyoruz.

Tam tamiri bitirmiş, yola çıkıyoruz ki, ön tekerleğimin de yerle bir olduğunu görüyorum. (ki bu noktadan sonra ön tekerim sürekli problem çıkarmaya başlıyor). Bir patlak göremediğim için ilk etapta siboptan şüpheleniyor ve yalnızca  hava basmak ile yetiniyorum. Dua etmeyi de ihmal etmiyorum bol bol sorun çıkmasın diye, zira önümüzde 61 km kadar yol bulunmakta en az.

Yol Menderes'e kadar kaliteli bir şekilde devam ediyor ancak Menderes'ten 5 km sonra gelen Kuşadası ayrımından itibaren yol kalitesi ciddi bir biçimde düşüyor. Bu durum hem hızımızı düşürüyor, hem de bizi yormaya başlıyor. Buna rağmen yazımın başında belirtmiş olduğum yüksek noktaya da gelmiş oluyoruz, dolayısı ile korktuğumuz başımıza gelmiyor. Daha ciddi bir tırmanış bekliyorduk çünkü.

Yol üzerinde çeşitli noktalarda çeşmeler görüyoruz. Sık sık durup hem kaskımızı, hem vücudumuzu yıkıyor, bol bol su içiyorduk. Bu anlamda, bisikletçi arkadaşlar bu güzergahı kullanmakta çekinmesin. Ege burada da bolluğunu gösteriyor.

Çamönü beldesinden ve küçük küçük köylerden geçerek tatlı inişlere başlıyoruz. Buralarda ortalama hızımız 20 km/s'lerden 30'lara çıkıyor. Keyifli bir yolculuk oluyor yolun bu kısmı açıkçası. Trafiğin de çok rahat olduğunu söyleyebilirim. Yol stabilize olmasına rağmen sürekli geniş bir emniyet şeridi bulunmakta.

Ahmetbeyli'ye gelince denizi görüyoruz. Kısa bir "denize girsek mi, girmesek mi?" kararsızlığından sonra yalnızca marketten aldığımız soğuk suları içip yola devam etme kararı veriyoruz. Kuşadası'nda denize girme fikri daha çok cezbediyor bizi.

Açıkçası yolun zor olan kısmı Ahmetbeyli'den sonra başlıyor. Sahil şeridinde bolca iniş çıkış yapıyoruz. İnişlerimiz gayet hızlı olmasına rağmen çıkışlarımız epeyce hızımızı düşürüyor. Epeyce dik yokuşlardan bahsediyoruz (ancak ikinci gün denk geldiğimiz kadar yorucu değiller.) dolayısıyla bisikletçi arkadaşlar bunu göz önünde bulundursunlar. Yalnız bu noktadan sonra inanılmaz manzaralar da başlıyor, Tırmanışlar ve inişler boyunca sağ tarafınızda gerçekten harika koylar bulunmakta.

Selçuk ayrımına doğru yol iyice yataylaşıyor, lakin buralarda sıcak da kendisini biraz gösteriyor. Ayrımı geçtikten sonra Kuşadası'na yaklaşırken tırmanıyoruz iki - üç defa, ancak ciddi tırmanışlar değiller. Yalnızca yolumuzun sonuna geldiğimizden ötürü etkisini bünyemizde biraz fazla gösteriyor.

Kuzey taraftan hızlı ve şaşaalı bir giriş yaptıktan sonra şehir merkezinde kısa bir turun ardından güzel ve eski bir pansiyona yerleşiyoruz ve Kuşadası'nın tadını çıkarmaya başlıyoruz. Burası turumuz boyunca son durağımız olacak, lakin dönmeden önce 50 km'lik bir yolumuz daha olacak: Dilek yarım adasına gidip geleceğiz.

Şekil 2: Kuşadası Limanı önünde, gayet kararmış ve yorulmuşken çekilmiş bir poz


Aşağıdaki linklerde İzmir - Menderes yolu ile, Menderes - Kuşadası yolunun detayları bulunmaktadır.

İzmir - Menderes Yolu
Menderes - Kuşadası Yolu

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere,
Saygılarımla...

15 Eylül 2012 Cumartesi

7. Gun Notlari...

Aliaga'da gecirdigimiz guzel ve serin aksamdan sonra otelimizde derin bir uyku cekerek 7. gune uyaniyoruz. Kahvaltimizi yapar yapmaz 8.30 gibi yola dusuyoruz. Yolumuz bugun Izmir'e kadar uzaniyor. Canakkale - Izmir asfaltini kullanarak Menemen uzerinden gecip Karsiyaka tarafindan Izmir'e girmeyi planliyoruz. Hesabimiza gore yaklasik olarak 55 km gibi bir yol onumuzde beklemekte.

Yol bekledigimiz gibi sikintisiz bir yol, sanayi bolgelerinden geciyoruz ancak emniyet seritleri yol boyunca bir kamyonu alabilecek kadar genis oldugundan yogun trafik altinda dahi emniyetli bir bicimde yol aliyoruz. Asfaltin da kaliteli olmasindan oturu hizli bir sekilde yol aliyoruz.

Yola cikarken cografyayi cok iyi bilmiyordum, denizden uzaklastigimiz icin yukselecegimizi ve saglam yokuslar tirmanacagimizi dusunuyordum, lakin yorucu bir tirmanisa rastlamiyoruz. Daha cok bir ovadan geciyor gibi geciriyoruz yolculugumuzu.

1 saat 10 dakika sonra 26 km uzakta bulunan Menemen'e variyoruz. Burada bir cay bahcesine gecip keyif cayimizi iciyoruz. Yavru kedi gorunce cildiran ve kedileri de cildirtan biri olarak ben, cay bahcesinde bulunan 4 kediyi (bir de Necati'yi) cildirttiktan sonra tekrar yola cikiyoruz.

Geriye kalan 30 kilometremizi kat ederken Izmir'de yasayan kuzenimle Konak tarafinda bulusmak uzere sozlesiyoruz. Hal boyle olunca Karsiyaka'dan Konak tarafina vapurla ya da bisiklet ile gecme arasinda karar vermemiz gerekti. Izmir'e erken giris yapinca korfezi bisiklet ile gecme kararini aldik.

Resim 1: Izmir'e kuzeyden girerken.
 
Izmir'e girdikten sonra Konak'a kadar anayolu takip ederek gittik. Anayolun arac trafigi bir hayli yogun ve ortalama arac hizi epeyce yuksek olmasina ragmen cok sikinti cekmeden ilerleyebiliyoruz. Acikcasi Istanbul'daki sahil yolunun yogunlugundan sonra cok da bizi rahatsiz etmiyor, lakin yine de seyahatimiz boyunca bu denli yogun trafik gormedigimiz icin ilk basta yadirgiyoruz.
 
Nihayetinde Liman'i ve Alsancak'i gecip konak tarafina variyor ve kuzenim ile bulusuyoruz. Burada bisikletleri birakmak icin bisiklet parki bulmakta zorlaniyoruz. Bu nedenle en yakin acik otoparka gecip pazarlik yapiyoruz ve 5 TL'ye iki bisikleti de aksama dek park ediyoruz.
 
Sekil 2: Alsancak'ta "Leyla ile Mecnun"a gonderme.
 
Ilk yaptigimiz sey susuzlugumuzu ve seker seviyemizi duzenleyecek bir yer ariyoruz. Bu noktada kuzenim mukemmel bir oneride bulunuyor ve "taze meyva suyu icelim" diyor. Buyuk bardakta 2 TL'ye oyle bir meyva suyu kokteyli iciyoruz ki, doyamiyor ve ayni dukkani Istanbul'da da acalim diye is fikirlerini ucusturuyoruz kafamizda. Oyle bir meyvasuyuydu ki ictigimiz, Istanbul'da icmeye kalksak minimum ucreti sanirim 10 TL civari olurdu.
 
Sekil 3: Tadiyla, fiyatiyla inanilmaz meyvasuyu saticisi onunde.
 
Meyvasuyumuzu hizlica tukettikten hemen sonra tarihi Kizlaragasi Hanina geciyoruz. Burasi, Istanbul'daki Kapalicarsi ile Misir Carsisi arasinda bir konsepte sahip. Yalniz biraz daha bakimli, bu haliyle cok begendim kendisini. On tarafinda balik izgara yiyip hanin ust katina cikarak birer kahve iciyoruz. Yedigimiz baligin ve ictigimiz kahvenin kalitesi bir yana dursun, inanilmaz uygun fiyata cikiyoruz handan. Oyle ki, ucumuzun toplam verdigi para ile Istanbul'da birimiz yiyip icemezdik ayni seyleri.
 
Son olarak geri kalan zamanimizda da Alsancak, Kibris Sehitleri Caddesi ve Kordon'u gezerek harcadik. Ertesi gun yola cikma planimiz olmadigi icin gece boyunca rahat rahat gezdik.
 
Aliaga'dan Izmir'e olan yolumuz ile ilgili geri kalan detaylara asagidaki linklerden ulasabilirsiniz.
 
 

14 Eylül 2012 Cuma

6. Gun Notlari

6. gunumuzu Dikili'den Aliaga'ya gitmek uzere programliyoruz, yol arkadasim Necati ile birlikte. Bu yol yaklasik olarak 54-55 km arasi bir yol, parkur olarak da haritadan baktigimizda yukselti anlaminda pek bizi zorlayacak gibi durmuyor. Biz de yolu iki kisima bolup cikiyoruz, kahvaltimizi yaptiktan hemen sonra.

Daha ilk pedali atmadan goruyoruz ki, arkadasimin arka lastik basinci sifirlanmis. Hic ugrasmadan, dun gormus oldugumuz bir bisikletcinin yanina gidiyoruz. Ilk once, hep yaptigimiz gibi yilmadan, kendisinde ince siboplu 26 inc ince ic lastik bulunup bulunmadigini soruyoruz ve bir kez daha olumsuz yanit aliyoruz. Olsun deyip, basliyoruz ustalasmis oldugumuz yamalama islemine. Goruyoruz ki metal bir tel ic lastigin bir tarafindan girmis, diger tarafindan cikmis. Lastigi dorduncu kez yamalayip yola cikiyoruz boylece.

Yolu iki kisima ayirdigimizi soylemistim. Gunlerden cuma olmasindan oturu cuma namazini da kilabilecegimiz bir yerde mola verip, ardindan gunesin tepeden biraz daha asagiya inmesini bekleyip geri kalan yolu tamamlamayi planliyoruz. Buna gore mola yerimizi Candarli olarak belirliyoruz.

Candarli - Dikili arasindaki yol cok keyifli bir yol. Dikili'den hemen sonra tirmanmaya basladiginiz dik yokuslar 20 dakika icinde kendisini hafif egimlere birakiyor, ardindan da pedal cevirmeden kilometrelerce inis gerceklestiriyorsunuz. Bu guzergahi kullanacak bisikletli arkadaslarin da ayni sekilde keyif alacagini soyleyebilirim. Bu guzergah ayrica cesmeleri ile de zengin bir guzergah, yol boyunca hic su sikintisi cekmiyoruz.

Candarli'ya ilk indigimizde beldenin sakinligi dikkatimizi cekiyor. Ince ve uzun bir burundan olusan Candarli'nin bir tarafi liman ve kordon, diger tarafi ise kum plaj ile cevrili. "Mola vermek icin ne kadar dogru bir yer secmisiz" diyerek seviniyoruz.

Resim 1: Candarli, Esinti Cafe'de dinlenirken.

Cuma namazini kilip, denize girip, karnimizi doyurup saatin 5 civarina gelmesini bekliyoruz. Bu esnada soguk birseyler icip iPhone'dan diziler seyrediyoruz. Vakit geldiginde de toparlanip yola dusuyoruz Necati ile beraber. Acikcasi toparlanma zamani geldiginde icimiz buruluyor ve bir yanimiz Candarli'da kalmak istiyor; zira sakinligi, suyun guzelligi bizi methediyor. "Annemlere anlatmaliyim buralari" diye geciriyorum icimden.

Resim 2: Havanin azicik serinlemesini beklerken.
 
Saat 5'e yaklastiginda artik toparlanip market ihtiyacimizi da karsilayip yola cikiyoruz. Bu esnada ruzgarin hizinin arttigini farkediyoruz. Ancak durumun vahametini yola ciktiktan 15 dakika sonra anliyoruz. Karsimiza almis oldugumuz ruzgar oyle bir kesiyor ki hizimizi duz yolda birinci vitesle gidemez oluyoruz. Yol cok guzel olmasina ragmen ortalama hizimiz 4-5 km/h mertebesine iniyor. Bununla yetinmeyen ruzgar beni bir kere de yolun disina atiyor, neyse ki siyriksiz, hasarsiz kurtariyorum durumu. Acikcasi hemen karsimizda fildir fildir donen ruzgar turbinleri de bu yorede sik sik kuvvetli ruzgar oldugunu bize soyluyor.

Bu guzergahi kullanacak arkadaslara tavsiyem, ruzgarin en az oldugu anda yola ciksinlar. Gunes tepede olsa bile, ruzgarli bir anda surmekten daha iyidir diye dusunuyorum. Zaten Candarli'dan 11 km sonra Izmir - Canakkale Asfaltina cikiliyor, burada ruzgari (varsa) arkaniza aliyorsunuz ve zemin inanilmaz kalitelilesiyor. Biz burada ortalama hizimizi 30 civarina cikartabildik.

Yolun geri kalan kismi sikintisiz ve hizli bir sekilde geciyor ve gun batmadan Aliaga'ya variyoruz. Aliaga, rafinerileri ile meshur bir yer. Uzunca bir sure pansiyon tadinda bir yer arayarak dolasiyoruz ancak nafile. Her tarafi yerlesim yeri ve sanayi bolgesi olan bu ilcede sehir giris ya da cikisinda cadir kurmayacaksaniz bir otelde kalmak durumundasiniz. Lakin genellikle iscilerin tercih ettigi otellerden sehir merkezinde bolca var ve fiyat olarak da pansiyonlari aratmiyorlar. Biz de tercihimizi bu otellerden birinden yana kullaniyoruz ve yerlesiyoruz.

Aliaga'da dikkatimizi ceken bir sey, ilcenin -ozellikle sahilin- bisiklet kullanimina gayet uygun olduguydu. Ozellikle kordonunda bisiklet ile gezmenin hazzi bambaskaydi, belirtmeden gecmek istemedim.

Ve gunun sonuna geliyoruz. Hizli bir aksam yemegi ve kordonda kisa sayilabilecek bir yuruyus turu ile gunu tamamliyoruz. Erkenden yatip dinlenmek gerek, zira ertesi gun Izmir yolu gorunuyor. Zaten yorulmusuz biz de, ruzgar epey yormus bizi ozellikle, milli maci izlerken uyuyakaliyoruz.

Asagidaki linklerde bugunku rota ile ilgili detayli verileri bulabilirsiniz. Yazimin faydali olmasi dilegiyle.

Dikili - Candarli Yolu
Candarli - Aliaga Yolu

9 Eylül 2012 Pazar

5. Gün notları...

Yolculuğumuzun 5. Gününe, pek de uykumuzu alamadan uyanıyoruz. Sarımsaklı'da, Rizeli bir abimizin pansiyonunda kalmıştık gece, gayet de keyifli bir şekilde tutmuştuk kalacağımız odayı. Lakin pozisyonundan ötürü sivrisineklerin taarruzuna uğramış, saat gece iki gibi de karşı taarruza geçmiştik. Sonuç itibariyle iki basamaklı bir sayıda sivrisineğin duvarda portrelerini çıkardım. Tabi savaşın kazananı olmadığından, sabah uykumuzu pek de alamamış bir şekilde kalktık.

Pansiyondan ayrılırken pansiyon sahibinin hanımı arkamızdan Ayetel Kürsiler okuması gerçekten duygulandırdı bizi. 

Kahvaltı yapmak için sahilde epey mekan vardı, ancak bizi - nedendir bilinmez - çeken bir tanesi vardı, ki görür görmez girdik. Sanırım burada yapmış olduğumuz kahvaltı, gezimiz boyunca yapmış olduğumuz en iyi kahvaltıydı. Köyden doğrudan getirilmiş domates, bal, kaymak, zeytin ve egenin diğer lezzetleri ile uykusuzluğumuzu bir anda unutup kendimize gelmiştik.

Bugünlük hedefimiz Dikili olmuştu. Güzel diye methini çok duymuştuk; söylendiğine göre mavi bayraklı plajlara sahipti. Bir önceki gün epey yol katettiğimiz için toplamda 35 - 40 kilometrelik bir yolu kestirdik gözümüze ve yola çıktık. Özellikle yolun büyük kısmını İzmir - Çanakkale yolundan gidiyor oluşumuz ortalama hızımızı epey arttırdı. Yolda bulunan çeşmeler de zaman zaman serinlememizi sağladı.

Şekil 1: Yol üzeri çeşmede su ihtiyacımızı karşılarken.

Salihleraltı denilen bölgeye yaklaşırken ana yoldan ayrılıp sahil tarafına yöneliyoruz. Amacımız belli; sıcak zamanların geçmesini beklemek, bu esnada denize girmek. Derken belde merkezinde bir bisikletçi görüyoruz; ufak tefek ihtiyaçlarımızı karşılamak için duruyoruz. Gayet misafirperver olan bisikletçi Necati abimiz bize çay ısmarlıyor ve keyifli bir muhabbet başlıyor. Ardından oğlu Kutay da muhabbete katılıyor. Bunu takiben Kutay ile beraber plaja gidip denize giriyoruz. Burada ayrıca HırsızAlmaz denilen bir kavun türüyle tanışıyoruz. Sanırım böyle başka bir kavun yok dünya üzerinde. Bir sonraki sene için de kendisinden söz alıyoruz, beraber tura çıkacağız. (Yazdım buraya bak, kaçışın yok Kutay :) )

Şekil 2: Bisikletçide Necati HırsızAlmaz isimli kavunu yerken.

Sıcaklar dindiğinde selamlaşıp helalleşip tekrardan Dikili'ye doğru yola düşüyoruz. Yolun sonuna yaklaşırken ismini şu an hatırlayamayacğım yazlık bir belde içinde arnavut taşlar başlıyor; ardından da daha kısa, toprak, hızımızı epeyce düşüren bir yola giriyoruz. Ancak çok büyük sıkıntı olmuyor bizim için.


Saat 18:30 gibi Dikili'ye varıyoruz. Bu arada fark ettiğim birşey; günden güne hızlanıyoruz. Yokuşları daha hızlı tırmanıyoruz. Bu farkı gücü kendimde gerçekten hissedebiliyorum. 

Bir de, Dikili'de akşam sahilde Dibek Kahvesi'ni içmenizi tavsiye ediyorum. Hayatım boyunca çok kahve içmemişimdir, lakin burada içtiğim kahvenin hayatım boyunca içtiğim en iyi, en güzel (ve fiyat/performans oranı en iyi) kahveyi içtiğimizi çok rahat söyleyebilirim.

8 Eylül 2012 Cumartesi

4. Gun Notlari...

Kucukkuyu'da kaldigimiz pansiyonda iyice dinlenmis, onceki iki gunun yorgunlugunu atmis bir sekilde uyaniyoruz... Bugun bizi bekleyen yol daha duzgun, dolayisiyla daha uzun bir mesafeyi gozumuze kestiriyoruz. Sirasiyla Altinoluk, Akcay, Zeytinli, Oren, Burhaniye ve Gomec'ten gecerek Ayvalik'a varmayi planliyoruz. Asagi yukari 80 kusur kilometre etmekte kendisi...

Saat 7'ye dogru yola cikiyoruz. Altinoluk'ta hizlica kahvalti yapacak bir yer ariyoruz, lakin bulamiyoruz... Bunun uzerine Altinoluk cikisinda bulunan bir otelde kahvaltimizi yapiyoruz. Bekledigimizden daha ekonomik bir kahvalti oluyor bu... İyice karnimizi doyurup yola devam ediyoruz.

Akcay'a geldigimizde solugu meydandaki cesmede aliyoruz. Burada su ozlemimizi giderdikten hemen sonra arkadasimin lastiginin patladigini farkediyoruz. Sinsice on tekere yerlesen pitragi lastikten cektigimiz anda lastik iniyor... Basliyoruz yamalama islemlerine (epey ustalastigimizi da belirteyim) bu esnada 3 guzel insan ile tanisiyoruz, Mehmet, Emin ve Kemal abiler... Sagolsunlar, bize yorsan'da cay ismarladilar ve guzel muhabbetlerini bizlerle paylastilar...

Yolumuz uzun oldugundan gec olmadan helallesip ayriliyoruz. Burhaniye cikisina kadar ritmimiz oldukca yuksek bir sekilde yol aliyoruz. Ancak Karaagac ve Gomec yokuslari yavaslatiyor bizleri... Derken ben de on lastigi patlatiyorum...

Bu arada bu etabin yolu asfalt kalitsi anlaminda cok iyiydi... Bir de, yolda epeyce karadut suyu satan seyyar ve seyyar olmayan saticilar gorduk, birinde de denedik... Gayet basarili buldugumuz bu icecekten ikiser bardak iciverdik...

Ayvalik'a vardigimizda kalacak biryerler aradik lakin mantikli bir yer bulamadik... Bunun sonucunda Sarimsakli Plajlarina kadar ilerlemeyi kafaya koyduk. Gunes batmazdan evel vardik hatta batmadan once denize bile girip cikabildik... Bu arada bakin, yolda ne bulduk:


6 Eylül 2012 Perşembe

3. Gun Notlari

3. Gunumuze, bir onceki yokuslu, problemli ve bol ruzgarli gunun yorgunlugu ile basliyoruz. Bundan dolayi da sabah kahvaltimizi gec yapip uykumuzu iyi almayi ve aksam saatlerinde yola cikmayi planliyoruz. Oglen vakti denize girip dizi izleyip vakit geciriyoruz. (leyla ile mecnun cok beklemez)

Bir onceki gunun sanssizligi hala uzerimizde olacak ki bisikletlerden birinin anahtarini kaybediyoruz. Bosalttigimiz odayi, yerimize gelen misafirlerden ricada bulunarak alt ust ediyoruz, sahip seridine bakiyoruz, tika basa doldurdugumuz cantalari yeniden bosaltip tekrar tekrar kontrol ediyoruz ama nagile... Sonunda kilidi keser ile kirma yoluna gidiyoruz ve oracikta parcaliyoruz. Kaybimiz: bir kilit ve biraz vakit...

Yola ciktigimizda en buyuk korkumuz ike yuzlesiyoruz: Assos'un o dik ve arnavut kaldirimli yokusu u tirmanmak... Yarim saatlik zorlu tirmanisi ancak bisikletin yaninda gerceklestirebiliyoruz. Sonunda asfalt geliyor ve sularimizi icip ferahliyoruz.

Bu esnada iki arac geliyor ve bize guzergah ile ilgili sorular soruyorlar... Artik buralarin yerlisi olmus gibi cevapliyoruz sorulari ve yardimci oluyoruz; araclari ile gelen bu guzel insanlara...

Yolun ilk 10 kilometresi biraz yokuslu inisli bir sekilde gecti, lakin sonradan epey duzlendi, yolu epey kolay katettik. Tek bir olay oldu, o da bir kopegin kovalamasiydi. O an ben telefondaydim ve arkadasimin uyarisiyla farkettim kovalandigimizi. Neyse ki yeterli hiza kolay kavusabildik.

Kucukkuyu'ya vardigimizda, hemen girisinde epey mutevazi bir pansiyon bulduk, Yagmur Pansiyon. Buraya yerlesip, hizlica yemek (dabii ki kusbasi pide) yiyebilecegimiz bir yer aradik, bulduk... Ardindan sahilde hizli bir kordon turu, biraz cay ve pansiyona donus...

Aksam uzeri yaptigimiz bir yolculuk oldugu icin az yorulduk bugun...  Yarina hazir olmamiz lazim... Bakalim bizi nasil bir macera bekliyor 4. gunumuzde. Bir sonraki yazida gorusmek uzere...

4 Eylül 2012 Salı

2. Gun notlari

Gunlerden 3 Eylul 2012... Sabah, motelimizin birazcik gecikmis olan kahvaltisini yapip cayimizdan son yudumu ceker cekmez Necati ile atliyoruz bisikletlerimize. Once epey guzel yol aliyoruz. Ardindan Dalyan'in tepelerini tirmanmaya basliyoruz. Yokuslar neyse de, bu noktada asiri ruzgar bitiriyor bizi. Oyle bir ruzgar ki, yokus asagi inerken zor pedal atiyoruz, arkamiza aldigimizda da fena yokus yukari tasiyor bizleri... Yandan estigi noktalarda da inanin dusmekten korktum...

Tuzla yakinlarina hizimizi oldukca dusuren yokus ve ruzgar ikilisi, sorun cikarma isini Necati'nin arka tekerine birakiyor. Yaklasik yarim saatlik bir yamalama girisiminden sonra basarisiz oluyoruz ve en yakin bisikletcide aliyoruz solugu. Aliyoruz dedigime bakmayin, Gulpinar'daki market & bisikletci ikilisine kavusabilmek icin arnavut kaldirimli yollardan tirmaniyoruz, ogle sicaginin altinda... Burada yaptigimiz yamanin aslinda ise yaradigini, ancak lastikte bir delik daha oldugunu ogreniyoruz.

Esas macera buradan sonra basliyor yalniz. Gulpinar'dan sonra yokus asagi inecegimiz beklentisi (yanilgisi) yerini hayalkirikligina birakiyor. Cok ciddi yokuslar tirmaniyoruz. Acikcasi Kucukkuyu rampalarini cikmadigimiza pisman oluyoruz.

Saat 3'e yaklasirken Assos'ta bulusmak uzere anlastigim dostum Eren aracina atliyor ve yolda karsiliyor bizleri. Sagolsun fazla yuklerimizi atiyor arabasina, rahatlatiyor bizi.

Derken ine cika Assos'un yukaridaki koy merkezine variyoruz; kalacagimiz yer sahilde oldugundan, denize de girmenin ozlemiyle hemen sahile yoneldik. Aklinizda olsun; buranin da yolu arnavut kaldirimi; biraz da dik... Sanirim inerken bisikletleri birazcik hirpaladik..

Son olarak, vardigimizda saat 5'e geliyordu. Hizli bir sekilde yer secip (yelken camping) esyalarimizi odaya atip denize atladik...

Bugune ait ilginc anektotlardan biri; cocuklarin ve yetiskinlerin bizi gorunce "Hellooo" diye seslenmeleriydi... Epey bir yabanci turist pedalliyor sanirim buralari...

Bir baska anektot ise, bizi yukaridan asagiya inerken gormus bir abimizin Assos'ta bizleri gorup tebrik etmesiydi... Epey motive ediciydi gercekten...

Yaziya simdilik son veriyorum, zira yorgunluk hat safhada... Bir sonraki yazida gorusmek uzere... Asagidaki linklerde rotamizi ve detaylari gorebilirsiniz...

http://www.mapmyride.com/workout/175536775
http://www.mapmyride.com/workout/175582371

2 Eylül 2012 Pazar

1.Gun notlari...



Evet, cok guzel bir tur gunu yasadik bugun... Pesinen soylemem gerekir ki, cok yorulmadan, guzel ve suprizlerle dolu bir gundu bugun...

En bastan baslayalim... Saat 1 siralarinda kalkip İstanbul'dan Canakkale'ye gitmek uzere olan otobusumuze bindik. Bisikletleri otobuse atmak konusunda sikinti yasamadik, on tekerleri cikartip bisikletleri kendi ellerimizle yerlestirdik... Bunu ozellikle muavin teklif etti, 'ben zarar verebilirim, buyrun bagaj sizin; siz yerlestirin' gibi bir yaklasimda bulundu; ki cok hosumuza gitti bu durum...

Saat 5 siralarinda otobusun durdugunu farkettim... Neredeyiz diye gpsi actigimda İpsala'yi gosterdi cihaz. Hassasiyeti arttirip daha dogru gosterir, yanlistir diye dusundum; lakin 10 metre hassasiyetle, İpsala'ya 20 km kaldigini gorunce gulmeye basladim kendi kendime... Sanirim yaklasik 1 saatimizi kaybettik geri donmek icin...

Canakkale'ye indikten sonra basladik pedallamaya. Sabah saatlerinde trafik olmadigindan cok rahat bir sekilde katettik yolumuzu... 18 km sonra Troiapark'ta guzel (ve sasirtici sekilde ucuz) bir kahvalti yaptik. 45 dakika sonra tekrar dustuk yollara...

Canakkale cikisindan sonraki rampalar acikcasi korkutuyordu beni, zira epey yokuslu bir yoldur kendisi. Buna karsin her yokusun bir inisi oldugundan dolayi epey rahat ettik tirmanis sonrasinda...

Yolumuzu Anayoldan Bozcaada yonune dogru dondurduk. Amacimiz Geyikli icerisinden gecip Dalyan'a ulasmakti. Nitekim oyle de oldu. Cok rahat bir yoldu burasi da, acikcasi trafigi yok denecek kadar az. Yalnizca tas ocagindan cikan kamyonlara dikkat edilmesi gerekli, buradan gececek arkadaslarin ozellikle dikkat etmesi gerekli.

Yolda guzel bir supriz de oldu, yuksek lisanstan arkadasim Safa ile denk geldik yolda. Karsilikli kornalar esliginde birbirimize yaklasip sevinc gosterilerinde bulunduk yolun ortasinda... Ayakustu kisa bir gorusmeden sonra tekrar yola koyulduk.

Geyikli'ye geldikten sonra hemen bir cesme bulup, cesmeden sularimizi doldurduk ve son 6 kilometremizi katetmeye basladik. 12 gibi Dalyan'a vardik. Burada bir motel bulup yerlestik ve dinlenmeye verdik kendimizi...

Burasi -sezonun yavas yavas bitmesinden midir bilinmez- cok sakin biryer. Suyu bir hayli soguk, epey de ruzgarli. Lakin gun batimi cok guzel, Bozcaada uzerinden batan gunesi izliyorsunuz..

Simdi de fotograflar...










1 Eylül 2012 Cumartesi

Heyecanlı Bekleyiş Sona Eriyor...

Evet... O gün geldi çattı sonunda... İzinler alındı, heybeler hazırlandı, bisikletler şöyle bir tekrar elden geçirildi... Artık hazırız...

Kısmetse bu gece Kamil Koç ile Çanakkale'ye geçiyoruz; otobüsümüz gece saat 1'de Esenler'den kalkacak. Reklam olsun diye yazmadım otobüs firmasının ismini, otobüse sorunsuz bir şekilde bisikletimi alabileceğimi söyledi bu firma. Araştırdığımda gördüm ki, zaten "bisikletçilerin yanındayız" gibi bir motto ile çıkış yapmışlar zamanında. Bakalım, deneyimlerimi de yazacağım bu konuda...

Çanakkale'ye indikten sonra ilk soluğu Geyikli ya da Bozcaada'da alacağız kısmetse. Kısa bir hedef ile başlayalım istedik, iki farklı güzergahtan birini tercih edeceğiz; 48 kilometrelik anayolu, ya da 59 kilometrelik sahil yolunu.  Bakalım, rakıma ve yolun kalitesine göre karar vereceğiz. Yol ile ilgili diğer yorumları da vardıktan sonra yapacağım kısmetse.

Şekil 1: Geyikli'ye uzanan iki alternatif yol


Şimdilik, Allahaısmarladık.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

USB Şarj Devresi Deneme Sonuçları

Bir önceki yazımda el yapımı bir USB şarj devresinin şematik tasarımını göstermiş ve denemesini yaptıktan sonra çalışıp çalışmadığı ile ilgili yorumlarımı belirteceğimi söylemiştim.

Özetle, tam da beklediğim gibi devre kusursuz çalıştı. Hatta ve hatta beklediğimden öte bir şekilde saatte 5-6 km hızın üzerine çıkmaya başladığım andan itibaren şarj başladı. Lakin durakladığım anda da kesildi.

iPhone'um %60 şarjda iken bir saatlik yolculuğum sonunda %80'e ulaşmıştı. Bunu yaparken navigasyonum açık değildi, lakin 5-6 dakikalık telefon görüşmesi gerçekleştirmiştim. İlk fırsatta bir de navigasyon devrede iken deneme yapacağım.

Bunun haricinde, devreye bir de akıllı bir anahtar koymam gerekli diye düşünmekteyim. Regülatör çıkışı tam 5 V mertebesine ulaştığında kapanacak bir anahtara ihtiyaç var gibi, diğer türlü, ilk hızlanma anında daha düşük voltaj geliyor ve iPhone "desteklenmeyen aksesuar" uyarısı veriyor. iPhone işte...

Aslında hızlandıktan sonra "şarja başla" komutu yerine geçebilecek bir ON-OFF buton da yerleştirebilirim devre ya da gidon üzerine. Bakalım, çözümümü zaman gösterecek.

Bunun dışında olumsuz bir durum yok, içiniz rahat bir şekilde kullanabilirsiniz.



Bu arada büyük yolculuğa 6 gün kaldı, heyecanlıyız... Bizi takip edin.

24 Ağustos 2012 Cuma

Bisiklet Dinamosundan USB Şarj Devresi

En son yazımda sizlere ilginç bir projemden söz etmiştim. İşte o projenin detaylarını anlatmaya geldi sıra.

Bildiğiniz üzere yolda cep telefonlarımızı hem iletişim için, hem görsel kayıt için, hem de navigasyon / GPS takip için kullanmaktayım. Eh, cep telefonlarının (özellikle iPhone'un) bu fonksiyonları çalıştırması, pilini su gibi tüketmenize ve dolayısıyla şarj unsurunun önemli bir hale gelmesine sebep oluyor. Her an telefonumuzu şarj edecek bir priz bulamayacağımızı düşündüğümüzde halihazırda bisikletimizde bulunan dinamo ile telefonlarımızı dolu tutmanın güzel bir fikir olabildiğini görüyoruz.

Öncelikle neye ihtiyacımız var, onu belirleyelim. Bildiğiniz üzere, USB spesifikasyonlarına göre, bir USB portu  5 V (+/-0,25) gerilimi 500 mA akım ile sağlamak durumunda. Baktığımızda Shimano'nun göbek dinamolarının 6V gerilimi 2,4 ya da 3 W ile besleyebildiğini görüyoruz. Tabi buradaki voltaj alternatif akım olduğu için hesaplar birazcık karışacak. Ancak ilk etapta baktığımda, yavaş da olsa telefonumuzu şarj edebilecek akımı elde edebilecekmişiz gibi görünüyor. Detayları aşağıda vereceğim.

Resim 1: Shimano Ön Teker Göbek Dinamosu

Dinamodan aldığımız enerji ile telefonumuzu şarj edebilmemiz için öncelikle alternatif akım (AC) olarak elde ettiğimiz gerilimi düz akıma (DC) çevirmeli, ardından hızlanma ve yavaşlamalarda gerilimin aşırı oynamasını engellemek için geçici olarak depolamalı ve son olarak da gerilimi telefonumuzun talep ettiği seviye olan 5V mertebesine indirmeliyiz.

Neyse ki bahsi geçen işler çok az elektronik bilgisi olan arkadaşların bile yapabileceği kadar kolay, bir o kadar da ucuz. Yalnızca birazcık el becerisi gerekiyor. Dilerseniz herhangi bir elektrikçiye dahi yaptırabilirsiniz.

Yukarıda bahsettiğim işleri hangi devre elemanları gerçekleştirecek, ona bakalım. Alternatif akımı düz akıma çevirmek için bir adet köprü diyot kullanıldı. Kullanılan bu diyot sayesinde 6 V'luk AC gerilimimiz yaklaşık 8,4V'luk bir DC gerilime dönüşecektir. Bu dönüşümün nedeni ve teorisi ile ilgili detaylara girmeyeceğim, zira internet üzerinde onlarca kaynak bulabilirsiniz (bkz: full wave rectifier circuits).

5V çıkış voltajının alternatif akımın değişiminden ve dinamonun hızlanıp yavaşlamasından çok fazla etkilenmemesi açısından büyük sayılabilecek bir kondansatörü de devreye ekledik. Ben burada 1000 µF'lık bir kapasitör kullandım. Dilerseniz daha büyük bir kapasitör de kullanılabilir.

Son olarak da telefonumuzun kabul edeceği voltajdan yüksek bir voltaj elde ettiğimiz için bunu 5V ile sınırlandıran bir devre elemanı kullanmak gerekecek. Burada LM317 gibi bir entegre de kullanılabilir, lakin halihazırda 5V çıkış veren 7805 entegreleri bu iş için daha doğru olacaktır. Üzerine bir de soğutucu blok takıldıktan sonra bu ekipman son derece işlevsel çalışacaktır.

Resim 2: Devrenin şematik görünümü

Gördüğünüz üzere gayet basit bir devre oldu. Sağ tarafta görmüş olduğunuz dirençlere normalde gerek yoktu, ancak iPhone'un şarj kabul etmesi için pin 2 ve pin 3 girişlerine 2.0 ve 2.7 volt değerlerinin verilmesi gerekmekte. Lakin bu sınırlama yalnızca Apple ile ilgili bir sınırlama olup, USB'den şarj özelliğine sahip herhangi bir Samsung'u ya da Nokia'yı şarj edebiliyor olmanız gerekir.

Resim 3: Tamamlanmış Şarj Devresi

Üstteki resimde devrenin bitmiş halini görebilirsiniz. Görünen beyaz kablolar dinamodan gelen alternatif akımı taşımaktadır. Klemensli yaptığım için buraya istediğim tarzda bir kablo yerleştirebilirim. Tabi gerçek şu ki, beslemeniz yeterli değilse bu tarz bir devre ile olağanüstü bir şarj işlemi gerçekleştiremezsiniz. Buna karşın, bataryanın bitmemesini sağlamak da yeterlidir diye düşünmekteyim. Devreyi kullandıkça verimi ile ilgili birkaç yorum daha yapacağım.

Bu arada bir haber; yol arkadaşım Necati'nin yol lastikleri gelmiş, bu akşam (24.08.2012) takıp deneyeceğiz hayırlısıyla. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere...

Devre ile ilgili deneme sonrası yorumlarım için aşağıdaki linke tıklayınız.
USB Sarj Devresi Deneme Sonuclari



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Sarıyer'den Bakırköy'e Dönüş...

Dün itibariyle (21 Ağustos 2012) yol arkadaşım Necati ile birlikte, yine bisiklet ile gitmiş olduğumuz Sarıyer'den evimizin bulunduğu Bakırköy'e, yine giderken kullandığımız yoldan, Sahil yolundan dönmek üzere yola çıktık. Yolumuzun uzunluğu yine 42-43 km civarlarındaydı.

Güneşten ve sıcaktan çok fazla etkilenmemek adına biraz erken yola düştük, kahvaltıyı Ortaköy'de yapacak şekilde yola çıkmıştık. Doğru bir karar verdiğimizi yoldayken anladık. Bir çekincemiz vardı sadece; bir gün öncesinde yaptığımız, tırmanışı bol Garipçe yolculuğu  yüzünden epey zorlanacağımızı düşünüyorduk, hatta Sarıyer'e gidiş süremizden daha uzun süreceği konusunda şüphelerim vardı.

Yol boyunca neredeyse tamamen asfalt yolu kullandık. O zaman anladık ki, bizi yoran etkenlerden biri, emniyetli olması açısından kaldırımları çokça kullanmamızdı. Gördük ki, asfaltta, arabaların kullandığı yolda da biraz dikkatli olmak kaydıyla, o saatlerde gayet rahat bisiklet sürülebiliyor. Öyle ki, henüz bir saat olmamıştı ki Ortaköy taraflarına vardık. Yolun ilk kısmı ile ilgili detaylar için buraya tıklayabilirsiniz.

Resim 1: Yolculuğun ilk kısmı.

Kuruçeşme Macrocenter'dan aldığımız hazır sandviçleri hızlı bir şekilde yiyerek yapmış olduğumuz kahvaltının hemen ardından tekrar yola düştük. Yolun yarısını gelmiş olmamıza rağmen en ufak bir yorgunluk hissetmiyorduk, ortalama hızımız da, Sarıyer'e gidiş yolculuğuna kıyasla gayet yüksekti. Gerçi bunda trafiğe takılmış olmamızın da etkisi yok değildi.

Resim 2: Ortaköy'de kahvaltı yaparken

Yolun ikinci kısmında, Yenikapı'yı henüz geçmişken yol arkadaşım Necati'nin yavaşladığını farkettim. Yorulmuştu. Bu nedenle ortalama hızımızı azaltıp, Necati'nin öne geçmesini söyledim. Ben anlamadan hızlanıp onun daha da yorulmasına sebebiyet veriyordum çünkü.

Yolun ikinci kısmını da -bizi her ne kadar şaşırsa da- yaklaşık bir saat içerisinde tamamlayıp Ataköy Plus AVM'ye vardık. Starbucks'tan çaylarımızı alıp yavaş yavaş eve döndük. İkinci kısım ile ilgili rota bilgilerine ve detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

Resim 3: Yolun ikinci kısmı.

Eve doğru ağır ağır dönerken Necati ile bisikletleri değiştirdik. Bu değişikliği ilk kez yapıp birbirimizin bisikletlerini deniyorduk. Neredeyse hemen Necati'nin neden yorulduğunu anladık. Benim bisikletimde asfalt lastiği, onunkinde ise arazi lastiği takılıydı -ki aslında bu durumun onu yoracağını gerçekten de aklımızdan geçiriyorduk. İnternet üzerinde biraz araştırma yaptığımızda bu tarz lastiklerin asfalt üzerinde %10 enerji kaybına sebep olduklarını öğrendik. Bunun üzerine Necati zaten aklında olan lastikleri değiştirme fikrini bir an önce gerçekleştirme kararını aldı. Muhtemelen bir sonraki gezimizi Necati'nin yeni lastikleri ile yapacağız.

Son olarak, yine Necati'nin bisikletinden gelen bir sesten ötürü onu bakıma aldık. Epey canımızı sıkan bir arka göbek problemiydi söz konusu olan. İlk başta tespit ettiğimiz göbek eğriliği problemi zaman geçtikçe içinden çıkılamaz bir hal aldı. Bilyaları düşürmek mi dersiniz, somunu doğru ayarda sıkamamak mı dersiniz, epey uğraştırdı bizi. Aklınızda olsun, göbek içerisinde bulunan bilyalara temas eden somunu sonuna kadar sıkmayın, yalnızca temas edecek ve zorlamayacak kadar sıkmanız gerekli ve yeterli. Boşluk da kalmamalı.

Bu yazıya şimdilik burada son veriyorum. Bir sonraki yazım bir hayli ilginç olacak. Dinamodan aldığı elektriği kullanarak cep telefonu şarj eden el yapımı bir elektronik devreyi anlatacağım sizlere. O yazıda tekrar görüşmek üzere...

21 Ağustos 2012 Salı

Garipce Yolculugu

Bugun (20 Agustos 2012) birlikte uzun yola cikmayi planladigim arkadasim, dostum ve gercek anlamda yoldasim Necati ile beraber, annanemlerin ikamet ettigi Sariyer Pazarbasi'ndan Istanbul'un kuzeyinde, karadenizin tam girisinde bulunan (ve ayni zamanda koyumuz diyebilecegim) Garipce Koyune gidip kahvalti yapma karari aldik, ansizin.

Gitmeyenleriniz vardir; Garipce, Rumeli Feneri'ne 2 - 3 km uzaklikta bulunan, eskisi kadar olmamakla birlikte halen kucuk ve dogal kalabilmis, eski bir balikci koyudur. Uzun yillardir gecimini cogunlukla balikcilik ile saglayan bu guzel koy, ozellikle Koc Universitesi'nin Sariyer Kampusu insa edildikten sonra yavas yavas populer olmaya baslamis. Sartlar boyle olmusken yore halki birkac ufak ve mutevazi balik lokantasi da acmis. Gunumuzde ozellikle 3. kopru projesi nedeniyle ismini pek cok kez duydugumuz bu koyde, ozellikle haftasonlari kahvalti etmek ve balik yemek icin onceden rezervasyon yapmaniz gerekmekte.

Her neyse; Necati ile bisikletlerimizin temel kontrollerini yaptiktan sonra koyulduk yola. Iki alternatifimiz vardi rota ile ilgili: ya Rumeli Kavagi uzerinden gececektik, ya da Sariyer'den tirmanip yukari taraftan dolanacaktik. Iki secenekte de surus profili once deniz seviyesinden baslayan dik tirmanisla baslanip, ardindan uzun inise geciliyordu. Secimimizi ilkinden yana yaptik.

Rumeli Kavagi'ni rahat bir sekilde gectikten sonra yolun oldukca zorlayici olan kismina geldik, dayandik. baslangicta az ve cok az yorucu olan yokus biz pedal cevirdikce diklesmeye baslamisti ve egimi bir turlu azalmak bilmiyordu.Arazinin yapisi geregi binbir gucluk ile ciktigimiz yokuslari bir cirpida inip efor kaybediyorduk. 10 - 15 dakika sozkonusu egim ile 1. viteste cebellestikten sonra yeterince antremanli olmayan bedenlerimiz sonunda daha da artan egime dayanamadi ve bizi bisikletten inip yurumek zorunda birakti. Acikcasi bunu beklemiyorduk.

Dik yokustan sonra egimin biraz daha azalmasiyla birlikte tirmanisa bisiklet uzerinde devam ettik. Yolda gordugumuz diger bisikletli arkadaslarla selamlasarak rotamizi tamamladik. Asagida gidis rotamizi gorebilirsiniz. Buraya tiklayarak da rotanin detaylarina erisebilirsiniz.


Kivircik Ali'nin yerinde tam bir karadeniz kahvaltisi yaptiktan ve caylarimizi son damlalarina kadar yudumladiktan sonra, ogle sicagina kalmamak ve eve gelecek misafirlerimize yetisebilmek amaciyla geri donus yoluna koyulduk. Yalniz tabii ki Garipce'ye ilk defa gelmis olan Necati'ye koyu tanitmadan donmek olmazdi; kisa bir turdan sonra donus yolculugumuza basladik.



Donus yolculugumuz gidisimize gore daha kolay gecti, ayni yuksekligi daha uzun mesafede tirmandigimiz icin sorunsuz -ve tabii ki daha hizli- bir sekilde tamamladik. Bu sefer, giderken kullandigimiz Rumeli Kavagi yolunu degil de Sariyer yolunu kullanmayi tercih ettik, iyi de etmisiz. Ozellikle son kisimdaki inis bolumu tek kelimeyle mukemmeldi, inanilmaz haz aldik. Tamamladik dedim ama; yolun ortasinda verdigimiz 'Bogurtlen' molasina deginmeliyim. Olur da Garipce ya da Rumeli Fenerine yolunuz duserse mosmor olmus ve bolgenin olmazsa olmazlarindan olan ve yol kenarlarinda bolca bulunan bogurtlenleri denemeden gecmeyin. Yolun donus kismi ile ilgili olan rota asagidadir. Donus rotasi ile ilgili detaylara ise buraya tiklayarak ulasabilirsiniz.

Netice itibariyle, gun icerisinde 24 kilometrelik zorlu ancak bir o kadar keyifli olan bir parkuru tamamlamis olduk. Oyle ki; tekrar tekrar deneyecegim bir parkur olacaktir kendisi.


Yarin da bisikletlerimizle birlikte Bakirkoy'e geri donecegiz, bir 42 - 43 kilometre daha bizi bekler. Bizi takip ediniz.

12 Ağustos 2012 Pazar

Ilk uzun yol maceramiz.

Dun itibariyle (11 Agustos 2012) Necati ile birlikte ilk uzun yol tecrubemizi yasamak icin yola dustuk. Uzun yol dedigime bakmayin, Bakirkoy'den Sariyer'e gelmek idi amac. Baktiginizda toplam 42.8 km'lik bir yoldan soz ediyoruz burada. Ne cok kisa, ne cok uzun, bizim icin tam bir yol denemesi olacakti.

Ben mumkun oldugunca uzun yol kosullarini olusturabilmek icin sirt cantama yuk de doldurdum. Geriye iki uc ortam sarti kalmisti uyarlayamadigim. Birincisi, gercek turda yola cikis saatlerimiz fakli olacak, ikincisi inis-cikislar biraz daha fazla olacak ve ucuncusu bir onceki gunun yorgunlugu da olacak.

Bununla birlikte yol donanimimizi da belirledik. Ben bir adet Whistle Yuma aldim kendime, paraya kiyip. Arkadasim Necati ise Whistle Muwok 1163D edindi. Prowell kasklar ve B Twin eldivenleri de takip basladik pedal atmaya.

Whistle Yuma Man
Ve uzun yol ile ilgili ilk gozlemler.

1. Avrupa yakasinda sahil yolu tarafinda bisiklet yolu yapilmis diye guvenmemek gerek, zira bisiklet yolu gunubirlikcilerin mangal sahasi haline gelmis. gece hic anlamadiginiz bir anda karsiniza mangal cikabilir, carpma tehlikesi gecirebilirsiniz. Ayrica bisiklet parkuru uzerinde araba park ediliyor cogu yerde.

2. Asfaltta gitmek, bisiklet yolunda gitmekten daha kolay ve daha az yorucu. Gece rahatca gorulmenizi saglayan bir isik ya da reflektor takimina sahipseniz sikinti cekmezsiniz, araclar cok sikistirmiyor sizi. Emniyet seridinin oldugu yerde zaten rahatsiniz.

3. Takip meselesine önem verin. Bisikletlerin ve arabalarin pesinden giderken de bu onemli. Bisikletin arkasindan giderken neden onemli; cunku ondeki bisikletin fren yapip yapmadigini anlamiyorsunuz. Araba arkasindan giderken neden onemli; cunku acil bir durumda araba hemen durabiliyor, siz duramiyorsunuz. Sonra benim gibi C sinifi bir Mercedes'e arkadan dokunursunuz hareket halinde.

4. Yorulmasaniz da mola vermeye onem verin. Kafanizda yolu birkac parcaya bolun, yorulmasaniz da her bolum arasinda dinlenin.

5. Yaniniza bol miktarda su alin, su kaybedeceksiniz.

6. Polyester eassli, teri hizlica disari atip uzaklastiran giysiler tercih edin.

Simdilik ilk gozlemlerim ve belirtmek istediklerim bunlar. Asagidaki linkte turumuza ait GPS takip bilgilerimizi ve rotamizi gorebilirsiniz.

GPS Link

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Girizgah...

Öncelikle blog sayfama hoş geldiniz diyeyim...

Diyorum ama, ben de hoş geldim... Bu blog sayfasına benim de ilk girişim oldu açıkçası... Lafı dolandırmadan bu günlüğü niçin açtığıma değineyim arzu ederseniz...

Geçtiğimiz sene, 2011 yılında yapmayı planladığım bir bisiklet turu vardı; bu tur kapsamında bisikletin tepesine atlayacaktım; Trakya'yı dolaşıp, Çanakkale'yi geçip, Ege'yi koy koy gezecektim... Ta Antalya'dan çıkacaktım...

Çıkacaktım ama, gerek beraber çıkmayı planladığım arkadaşlarımla zamanlamayı tutturamamam, gerekse mübarek Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi, beni bu hayalimden alıkoydu bir süreliğine... Ancak, şu anda yeniden sahalardayım ve 2012'de, Ağustos ayının sonunda bu hayale gerçeklik katacağım...

Bu blog vasıtasıyla, geziye çıkmadan önce yaptığım planları paylaşacağım ve tüm gelişmelerden sevdiklerimi haberdar edeceğim... Rota planlarım, bisikletim ile ilgili gelişmeler, yolda yaşadığım tatsızlıklar ve tatlılıklar, her şey bütünü ile burada bulunacaktır. İçeriğin tamamının benden sonra benzer bir tur yapmak isteyenlere de yol gösterir nitelikte olması içinse azami gayret göstereceğim...

Şimdilik, keyifli seyirler diliyorum...