17 Aralık 2012 Pazartesi

9. Gün Notları

Kuşadası, normalde daha uzun olan, lakin daha fazla zevk alabilmemiz için kısaltmış olduğumuz yarım Ege turumuzun son durağı... Otobüs biletlerimizi aldık, 3 gün sonra artık bisikletlerimizi bagaja atıp döneceğiz İstanbul'a. Buna karşın buralarda hala görmek istediğimiz yerler var, ki girişi Kuşadası'dan 25 kilometre güneyde olan Dilek Yarımadası Milli Parkı bunlardan en çok görmeyi arzu ettiğimiz... Dönmeden önce mutlaka buraya uğramak istiyoruz.

Kuşadası'na vardıktan sonraki gün kendimizi plajlara verip ondan sonraki gün de koy koy gezmek üzere tekne tepelerinde takılıyoruz. Açıkçası koyların büyük kısmını yolda gelirken zaten gördük, bir tek yüzmemiştik; bunu da yapmış bulunduk.

Dönüş gününe ise Dilek Yarımadası'nı bıraktık. Gündüz oraya gidecek, Zeus mağarasındaki +4 C sıcaklıktaki suyun içine girip bütün yorgunluğu atacak, koyları gezip orada da denize girecek, Milli Parkın tertemiz havasını ciğerimize çekecek ve İstanbul'a dönmek üzere tekrar Kuşadası'na dönecektik plana göre. Nitekim yolda çıkan bir takım sıkıntılar bizi plandan saptırmadı ve eksiksiz gerçekleştirdik tüm planı. Gelelim günlüğümüze, bakalım neler yaşamışız...

Saat 11 gibi,  3 gün boyunca kaldığımız Bahar Pansiyon'un sahibi ile vedalaşıp pansiyonu terkettik. Yola çıkmadan önce her sabah yaptığımız gibi bisikletlerimizi kontrol ettik. İkimizin lastiklerinin inik olduğunu görünce sıvadık kolları ve iki bisikleti de servise aldık ayrı ayrı... Başlangıçta Necati'nin bisikletindeki sorun daha can sıkıcı görünüyordu, yedek aldığımız iç lastiklerin jant deliğine tam oturmaması epey canımızı sıktı, ayrıca bir o kadar da vaktimizi aldı. Benim ön lastiğimdeki iç lastikteki sorunu çözdüğümü sanıyordum, ancak ileride epey yanıldığımı anlayacaktım.

Yola çıktıktan yaklaşık yarım dakika sonra ön tekerin tekrar indiğini gördüm. Artık yama tutmayacağını anlamıştım; Bunun üzerine Necati'yi bir bisikletçi bulması için gönderdim. Sağolsun, aradı taradı, lakin bisikletime uygun bir lastik bulamadı... Yamayı tekrardan tamir etmek tek çarem gibi görünüyordu, ya da yola çıkmayacaktık. Tabii ki bunu bir opsiyon olarak görmedim, tamire giriştik. Tekrar toplayıp yola düştük.

Yolda ön lastiğin basıncı 3-4 kilometrede bir iyice düşmeye başladı. Öyle ki, beni yorması bir yana, sürüş güvenliğimi de tehlikeye sokmaya başlamıştı. En sonunda, zor zamanlar için Decathlon'dan satın almış olduğum lastik onarıcı köpüğü kullanma kararı aldım.

Söz konusu tamir edici köpüğün işe yarayıp yaramayacağından pek emin değildim; işe yarasa bile "lastiğe nasıl etkisi olacak", "sürüşümü bozacak mı?" gibi sorular kafamı kurcalıyordu. (eminim hiç kullanmayan arkadaşların da öyledir) Ancak kaygılarımın yersiz olduğunu tamir köpüğünü iç lastiğin içine sıktıktan hemen sonra anladım. Lastik tamamen şiştikten sonra biraz ilerleyip pompa ile de üzerine hava basınca eskisini aratmayacak kondisyona ulaştı; ardından yolumuza devam ettik.

Dilek Yarımadası, Güzelçamlı beldesinin hemen bitiminden itibaren başlıyor. Milli Park girişinden hemen önce solumuzda Zeus Mağarası tabelasını görüyoruz. Kuzenimden almış olduğum tavsiye ile hemen dönüyoruz tabelanın gösterdiği yöne, zaten mağaranın da hemen yolun dibinde olduğunu farkediyoruz. Mağaranın özelliği şu; içerisinde soğuk ve tatlı su var. Ne kadar soğuk derseniz, gece, gündüz, yaz, kış 4 derece imiş. Diğer yerli  ve yabancı turistler gibi biz de derhal suya giriyoruz. Sonuç, su hakikaten soğuk!

Milli Parka bisikletlerle girer girmez tertemiz havayı hissetmeye başlıyoruz. Sık orman içerisinde, sağ tarafımızdaki masmavi deniz ve sımsıcak güneş eşliğinde pedal atmaya başlıyoruz. Ortam, manzara o kadar güzel ki, yokuş yukarı pedal attığımızı bile farketmemişiz.

Dilek Yarımadası'nda gece kalmak yasak; eskiden serbestmiş, lakin artık kalınmıyormuş. Buna karşın kumsallarında denize girilebiliyor. Güzelçamlı beldesine yakın sayılabilecek mesafede 3 adet kumsal bulunmakta, bunlardan ilki girişten sonra 1. kilometrede, ikincisi 7. kilometrede, üçüncüsü ise 11. kilometrede bulunmaktaydı (hatrımda kaldığı kadarıyla, yanılıyor olabilirim.) Biz ikincisini seçtik, zira birincisi çok yakındı ve yalnızca amacı denize girmek olan insanların akınına uğramıştı. üçüncüsü ise haliyle, uzaktı.

Enfes bir denizi var Dilek Yarımadası'nın. Belki de bu yaşıma kadar girdiğim en iyi sıcaklık-zemin-dalga-temizlik kombinasyonuna sahipti. Katettiğimiz onca kilometreyi anında unutuverdik. Derken süprizler belirdi arkamızda; burada yaşayan, insanlara alışık olan domuzcuklar varmış. Özellikle piknik yapan ve artanları domuzlara veren insanlar sayesinde epey bir evcilleşmişler ve insanlardan korkmaz olmuşlar.

Hava hafiften kararmaya başladığında yavaş yavaş dönüş hazırlıklarına başladık. Herşeyimizi toplayıp dönüş yoluna koyulduk. Akşam 20:30'da Kuşadası'ndan kalkacak olan otobüsümüze yetişmek için seri bir şekilde pedalladık. Zaman problemimiz yoktu, lakin olur ya, lastik patlar, zaman kaybederiz bir şekilde diyerek temkinli bir şekilde yola çıktık.

Dilek Yarımadasından çıkışımızı sanırım hayatım boyunca unutmayacağım. Ellerimizi bırakıp, hatta iki ana açıp, yokuş aşağı kuşlar gibi salındığımızı, rüzgarı hissettiğimizi hatırlıyorum. O kadar ki, bu mutlu anın fotoğrafını bile çekememiştim. Yolun geri kalanı da bir o kadar güzeldi. Güneşin üzerimize batması, aynı zamanda turumuzun da sonu olduğundan hüzünlendirmişti bizi.

Kuşadası'nda yeni otogarın biraz yukarıda oluşu son dakikalarımızda epey yorulmamıza yol açtı. Buna rağmen hızımız çok kesilmedi ve otobüsün kalkışına 1 saat kala otogara varabildik. Üzerimizi başımızı değiştirip, nefeslenip otobüsümüzü bekledik. Bir de birbirimizi tebrik merasimimiz oldu haliyle... Vakit gelince de Kamil Koç yine bizi şaşırtmadı ve bizim için özel bir bagaj alanı açtı. Bir kez daha Kamil Koç yöneticilerine, şöförlerine ve muavinlerine teşekkür etmek isterim buradan.

Tadı damağımızda kaldı tabii ki bu turun. Kısmetse seneye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yazı serisini okuyup da bize katılmak isteyen arkadaşlar olursa başımızın üzerinde yeri vardır her daim.

Sağlıcakla kalınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder