19 Eylül 2012 Çarşamba

8. Gün Notları...

İzmir'de yeterince dinlendikten sonra bir sonraki durağımız olan Kuşadası'na doğru yola çıkıyoruz. Güzergahımız, Gaziemir'den geçerek Menderes tarafından İzmir'i terketmeye, ardından Ahmetbeyli'den geçerek Kuşadası'na yönelmeye dayanıyor ve bu toplamda 80 kilometrelik bir mesafeye tekabül ediyor. Yola haritadan baktığımızda, bir barajın (tahtalı Barajı) yanından geçeceğimizi görüyoruz, bu da bize bir miktar yükselti tırmanacağımıza dair ipuçları veriyor.

Şekil 1: 8. Gün için gözümüze kestirmiş olduğumuz rota

Besmeleyle başlıyoruz pedallar çevirmeye. Günlerden pazartesi olmasından dolayı İzmir çıkışına kadar, özellikle Gaziemir tarafında yoğun bir trafik bizi bekliyor. Bol miktarda ışık bekledikten ve araçların arasından sıyrılırken epeyce düşüyor ortalama hızımız. Bisiklet de takılır mı trafiğe demeyin, takılıyor işte. Hatta bu trafik benim için o kadar dert oluyor ki, aracın biri beni kaldırıma sıkıştırdığında pedalımı kaldırıma vuruyorum ve yolculuğumun geri kalanı boyunca bisikletimden gelen tak, tuk seslerini dinliyorum. (Bu yazıyı yazarken dahi sesin tam olarak nereden geldiğini bilmiyorum, henüz keşfedemedim)

Yolda bir de zincirleme kazaya şahit oluyoruz. Ancak bizim için tehlike arzedecek bir durum oluşmuyor o anda.

Kahvaltımızı yapmadan çıktığımız için ilk molayı kahvaltı da yapabileceğimiz, ancak en aşağı 1 saat sürdükten sonra varacağımız bir yerde vermek istiyoruz. Bunun için Menderes biçilmiş kaftan oluyor bizim için. Çıkış noktamızdan yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta olan Menderes'de yol üzerinde bir börekçide kahvaltımızı yapıyoruz. Börekçinin zengin kahvaltı tabağı da sunabildiğini görünce ağzımız kulaklarımıza varıyor ve büyük bir neşe içerisinde kahvaltımızı yapıyoruz.

Yaklaşık 50 dakika sonra, tam da yola çıma kararı almışken arka tekerime hain bir pıtrağın saplanmış olduğunu görüyorum. Hemen yolun karşısına, polis lojmanlarının önündeki gölgelik alana geçip tamir işlemlerine başlıyoruz. Bu işte epey ustalaştığımızı görüyoruz, zira 10 dakika içerisinde işlemi hallediveriyoruz.

Tam tamiri bitirmiş, yola çıkıyoruz ki, ön tekerleğimin de yerle bir olduğunu görüyorum. (ki bu noktadan sonra ön tekerim sürekli problem çıkarmaya başlıyor). Bir patlak göremediğim için ilk etapta siboptan şüpheleniyor ve yalnızca  hava basmak ile yetiniyorum. Dua etmeyi de ihmal etmiyorum bol bol sorun çıkmasın diye, zira önümüzde 61 km kadar yol bulunmakta en az.

Yol Menderes'e kadar kaliteli bir şekilde devam ediyor ancak Menderes'ten 5 km sonra gelen Kuşadası ayrımından itibaren yol kalitesi ciddi bir biçimde düşüyor. Bu durum hem hızımızı düşürüyor, hem de bizi yormaya başlıyor. Buna rağmen yazımın başında belirtmiş olduğum yüksek noktaya da gelmiş oluyoruz, dolayısı ile korktuğumuz başımıza gelmiyor. Daha ciddi bir tırmanış bekliyorduk çünkü.

Yol üzerinde çeşitli noktalarda çeşmeler görüyoruz. Sık sık durup hem kaskımızı, hem vücudumuzu yıkıyor, bol bol su içiyorduk. Bu anlamda, bisikletçi arkadaşlar bu güzergahı kullanmakta çekinmesin. Ege burada da bolluğunu gösteriyor.

Çamönü beldesinden ve küçük küçük köylerden geçerek tatlı inişlere başlıyoruz. Buralarda ortalama hızımız 20 km/s'lerden 30'lara çıkıyor. Keyifli bir yolculuk oluyor yolun bu kısmı açıkçası. Trafiğin de çok rahat olduğunu söyleyebilirim. Yol stabilize olmasına rağmen sürekli geniş bir emniyet şeridi bulunmakta.

Ahmetbeyli'ye gelince denizi görüyoruz. Kısa bir "denize girsek mi, girmesek mi?" kararsızlığından sonra yalnızca marketten aldığımız soğuk suları içip yola devam etme kararı veriyoruz. Kuşadası'nda denize girme fikri daha çok cezbediyor bizi.

Açıkçası yolun zor olan kısmı Ahmetbeyli'den sonra başlıyor. Sahil şeridinde bolca iniş çıkış yapıyoruz. İnişlerimiz gayet hızlı olmasına rağmen çıkışlarımız epeyce hızımızı düşürüyor. Epeyce dik yokuşlardan bahsediyoruz (ancak ikinci gün denk geldiğimiz kadar yorucu değiller.) dolayısıyla bisikletçi arkadaşlar bunu göz önünde bulundursunlar. Yalnız bu noktadan sonra inanılmaz manzaralar da başlıyor, Tırmanışlar ve inişler boyunca sağ tarafınızda gerçekten harika koylar bulunmakta.

Selçuk ayrımına doğru yol iyice yataylaşıyor, lakin buralarda sıcak da kendisini biraz gösteriyor. Ayrımı geçtikten sonra Kuşadası'na yaklaşırken tırmanıyoruz iki - üç defa, ancak ciddi tırmanışlar değiller. Yalnızca yolumuzun sonuna geldiğimizden ötürü etkisini bünyemizde biraz fazla gösteriyor.

Kuzey taraftan hızlı ve şaşaalı bir giriş yaptıktan sonra şehir merkezinde kısa bir turun ardından güzel ve eski bir pansiyona yerleşiyoruz ve Kuşadası'nın tadını çıkarmaya başlıyoruz. Burası turumuz boyunca son durağımız olacak, lakin dönmeden önce 50 km'lik bir yolumuz daha olacak: Dilek yarım adasına gidip geleceğiz.

Şekil 2: Kuşadası Limanı önünde, gayet kararmış ve yorulmuşken çekilmiş bir poz


Aşağıdaki linklerde İzmir - Menderes yolu ile, Menderes - Kuşadası yolunun detayları bulunmaktadır.

İzmir - Menderes Yolu
Menderes - Kuşadası Yolu

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere,
Saygılarımla...

15 Eylül 2012 Cumartesi

7. Gun Notlari...

Aliaga'da gecirdigimiz guzel ve serin aksamdan sonra otelimizde derin bir uyku cekerek 7. gune uyaniyoruz. Kahvaltimizi yapar yapmaz 8.30 gibi yola dusuyoruz. Yolumuz bugun Izmir'e kadar uzaniyor. Canakkale - Izmir asfaltini kullanarak Menemen uzerinden gecip Karsiyaka tarafindan Izmir'e girmeyi planliyoruz. Hesabimiza gore yaklasik olarak 55 km gibi bir yol onumuzde beklemekte.

Yol bekledigimiz gibi sikintisiz bir yol, sanayi bolgelerinden geciyoruz ancak emniyet seritleri yol boyunca bir kamyonu alabilecek kadar genis oldugundan yogun trafik altinda dahi emniyetli bir bicimde yol aliyoruz. Asfaltin da kaliteli olmasindan oturu hizli bir sekilde yol aliyoruz.

Yola cikarken cografyayi cok iyi bilmiyordum, denizden uzaklastigimiz icin yukselecegimizi ve saglam yokuslar tirmanacagimizi dusunuyordum, lakin yorucu bir tirmanisa rastlamiyoruz. Daha cok bir ovadan geciyor gibi geciriyoruz yolculugumuzu.

1 saat 10 dakika sonra 26 km uzakta bulunan Menemen'e variyoruz. Burada bir cay bahcesine gecip keyif cayimizi iciyoruz. Yavru kedi gorunce cildiran ve kedileri de cildirtan biri olarak ben, cay bahcesinde bulunan 4 kediyi (bir de Necati'yi) cildirttiktan sonra tekrar yola cikiyoruz.

Geriye kalan 30 kilometremizi kat ederken Izmir'de yasayan kuzenimle Konak tarafinda bulusmak uzere sozlesiyoruz. Hal boyle olunca Karsiyaka'dan Konak tarafina vapurla ya da bisiklet ile gecme arasinda karar vermemiz gerekti. Izmir'e erken giris yapinca korfezi bisiklet ile gecme kararini aldik.

Resim 1: Izmir'e kuzeyden girerken.
 
Izmir'e girdikten sonra Konak'a kadar anayolu takip ederek gittik. Anayolun arac trafigi bir hayli yogun ve ortalama arac hizi epeyce yuksek olmasina ragmen cok sikinti cekmeden ilerleyebiliyoruz. Acikcasi Istanbul'daki sahil yolunun yogunlugundan sonra cok da bizi rahatsiz etmiyor, lakin yine de seyahatimiz boyunca bu denli yogun trafik gormedigimiz icin ilk basta yadirgiyoruz.
 
Nihayetinde Liman'i ve Alsancak'i gecip konak tarafina variyor ve kuzenim ile bulusuyoruz. Burada bisikletleri birakmak icin bisiklet parki bulmakta zorlaniyoruz. Bu nedenle en yakin acik otoparka gecip pazarlik yapiyoruz ve 5 TL'ye iki bisikleti de aksama dek park ediyoruz.
 
Sekil 2: Alsancak'ta "Leyla ile Mecnun"a gonderme.
 
Ilk yaptigimiz sey susuzlugumuzu ve seker seviyemizi duzenleyecek bir yer ariyoruz. Bu noktada kuzenim mukemmel bir oneride bulunuyor ve "taze meyva suyu icelim" diyor. Buyuk bardakta 2 TL'ye oyle bir meyva suyu kokteyli iciyoruz ki, doyamiyor ve ayni dukkani Istanbul'da da acalim diye is fikirlerini ucusturuyoruz kafamizda. Oyle bir meyvasuyuydu ki ictigimiz, Istanbul'da icmeye kalksak minimum ucreti sanirim 10 TL civari olurdu.
 
Sekil 3: Tadiyla, fiyatiyla inanilmaz meyvasuyu saticisi onunde.
 
Meyvasuyumuzu hizlica tukettikten hemen sonra tarihi Kizlaragasi Hanina geciyoruz. Burasi, Istanbul'daki Kapalicarsi ile Misir Carsisi arasinda bir konsepte sahip. Yalniz biraz daha bakimli, bu haliyle cok begendim kendisini. On tarafinda balik izgara yiyip hanin ust katina cikarak birer kahve iciyoruz. Yedigimiz baligin ve ictigimiz kahvenin kalitesi bir yana dursun, inanilmaz uygun fiyata cikiyoruz handan. Oyle ki, ucumuzun toplam verdigi para ile Istanbul'da birimiz yiyip icemezdik ayni seyleri.
 
Son olarak geri kalan zamanimizda da Alsancak, Kibris Sehitleri Caddesi ve Kordon'u gezerek harcadik. Ertesi gun yola cikma planimiz olmadigi icin gece boyunca rahat rahat gezdik.
 
Aliaga'dan Izmir'e olan yolumuz ile ilgili geri kalan detaylara asagidaki linklerden ulasabilirsiniz.
 
 

14 Eylül 2012 Cuma

6. Gun Notlari

6. gunumuzu Dikili'den Aliaga'ya gitmek uzere programliyoruz, yol arkadasim Necati ile birlikte. Bu yol yaklasik olarak 54-55 km arasi bir yol, parkur olarak da haritadan baktigimizda yukselti anlaminda pek bizi zorlayacak gibi durmuyor. Biz de yolu iki kisima bolup cikiyoruz, kahvaltimizi yaptiktan hemen sonra.

Daha ilk pedali atmadan goruyoruz ki, arkadasimin arka lastik basinci sifirlanmis. Hic ugrasmadan, dun gormus oldugumuz bir bisikletcinin yanina gidiyoruz. Ilk once, hep yaptigimiz gibi yilmadan, kendisinde ince siboplu 26 inc ince ic lastik bulunup bulunmadigini soruyoruz ve bir kez daha olumsuz yanit aliyoruz. Olsun deyip, basliyoruz ustalasmis oldugumuz yamalama islemine. Goruyoruz ki metal bir tel ic lastigin bir tarafindan girmis, diger tarafindan cikmis. Lastigi dorduncu kez yamalayip yola cikiyoruz boylece.

Yolu iki kisima ayirdigimizi soylemistim. Gunlerden cuma olmasindan oturu cuma namazini da kilabilecegimiz bir yerde mola verip, ardindan gunesin tepeden biraz daha asagiya inmesini bekleyip geri kalan yolu tamamlamayi planliyoruz. Buna gore mola yerimizi Candarli olarak belirliyoruz.

Candarli - Dikili arasindaki yol cok keyifli bir yol. Dikili'den hemen sonra tirmanmaya basladiginiz dik yokuslar 20 dakika icinde kendisini hafif egimlere birakiyor, ardindan da pedal cevirmeden kilometrelerce inis gerceklestiriyorsunuz. Bu guzergahi kullanacak bisikletli arkadaslarin da ayni sekilde keyif alacagini soyleyebilirim. Bu guzergah ayrica cesmeleri ile de zengin bir guzergah, yol boyunca hic su sikintisi cekmiyoruz.

Candarli'ya ilk indigimizde beldenin sakinligi dikkatimizi cekiyor. Ince ve uzun bir burundan olusan Candarli'nin bir tarafi liman ve kordon, diger tarafi ise kum plaj ile cevrili. "Mola vermek icin ne kadar dogru bir yer secmisiz" diyerek seviniyoruz.

Resim 1: Candarli, Esinti Cafe'de dinlenirken.

Cuma namazini kilip, denize girip, karnimizi doyurup saatin 5 civarina gelmesini bekliyoruz. Bu esnada soguk birseyler icip iPhone'dan diziler seyrediyoruz. Vakit geldiginde de toparlanip yola dusuyoruz Necati ile beraber. Acikcasi toparlanma zamani geldiginde icimiz buruluyor ve bir yanimiz Candarli'da kalmak istiyor; zira sakinligi, suyun guzelligi bizi methediyor. "Annemlere anlatmaliyim buralari" diye geciriyorum icimden.

Resim 2: Havanin azicik serinlemesini beklerken.
 
Saat 5'e yaklastiginda artik toparlanip market ihtiyacimizi da karsilayip yola cikiyoruz. Bu esnada ruzgarin hizinin arttigini farkediyoruz. Ancak durumun vahametini yola ciktiktan 15 dakika sonra anliyoruz. Karsimiza almis oldugumuz ruzgar oyle bir kesiyor ki hizimizi duz yolda birinci vitesle gidemez oluyoruz. Yol cok guzel olmasina ragmen ortalama hizimiz 4-5 km/h mertebesine iniyor. Bununla yetinmeyen ruzgar beni bir kere de yolun disina atiyor, neyse ki siyriksiz, hasarsiz kurtariyorum durumu. Acikcasi hemen karsimizda fildir fildir donen ruzgar turbinleri de bu yorede sik sik kuvvetli ruzgar oldugunu bize soyluyor.

Bu guzergahi kullanacak arkadaslara tavsiyem, ruzgarin en az oldugu anda yola ciksinlar. Gunes tepede olsa bile, ruzgarli bir anda surmekten daha iyidir diye dusunuyorum. Zaten Candarli'dan 11 km sonra Izmir - Canakkale Asfaltina cikiliyor, burada ruzgari (varsa) arkaniza aliyorsunuz ve zemin inanilmaz kalitelilesiyor. Biz burada ortalama hizimizi 30 civarina cikartabildik.

Yolun geri kalan kismi sikintisiz ve hizli bir sekilde geciyor ve gun batmadan Aliaga'ya variyoruz. Aliaga, rafinerileri ile meshur bir yer. Uzunca bir sure pansiyon tadinda bir yer arayarak dolasiyoruz ancak nafile. Her tarafi yerlesim yeri ve sanayi bolgesi olan bu ilcede sehir giris ya da cikisinda cadir kurmayacaksaniz bir otelde kalmak durumundasiniz. Lakin genellikle iscilerin tercih ettigi otellerden sehir merkezinde bolca var ve fiyat olarak da pansiyonlari aratmiyorlar. Biz de tercihimizi bu otellerden birinden yana kullaniyoruz ve yerlesiyoruz.

Aliaga'da dikkatimizi ceken bir sey, ilcenin -ozellikle sahilin- bisiklet kullanimina gayet uygun olduguydu. Ozellikle kordonunda bisiklet ile gezmenin hazzi bambaskaydi, belirtmeden gecmek istemedim.

Ve gunun sonuna geliyoruz. Hizli bir aksam yemegi ve kordonda kisa sayilabilecek bir yuruyus turu ile gunu tamamliyoruz. Erkenden yatip dinlenmek gerek, zira ertesi gun Izmir yolu gorunuyor. Zaten yorulmusuz biz de, ruzgar epey yormus bizi ozellikle, milli maci izlerken uyuyakaliyoruz.

Asagidaki linklerde bugunku rota ile ilgili detayli verileri bulabilirsiniz. Yazimin faydali olmasi dilegiyle.

Dikili - Candarli Yolu
Candarli - Aliaga Yolu

9 Eylül 2012 Pazar

5. Gün notları...

Yolculuğumuzun 5. Gününe, pek de uykumuzu alamadan uyanıyoruz. Sarımsaklı'da, Rizeli bir abimizin pansiyonunda kalmıştık gece, gayet de keyifli bir şekilde tutmuştuk kalacağımız odayı. Lakin pozisyonundan ötürü sivrisineklerin taarruzuna uğramış, saat gece iki gibi de karşı taarruza geçmiştik. Sonuç itibariyle iki basamaklı bir sayıda sivrisineğin duvarda portrelerini çıkardım. Tabi savaşın kazananı olmadığından, sabah uykumuzu pek de alamamış bir şekilde kalktık.

Pansiyondan ayrılırken pansiyon sahibinin hanımı arkamızdan Ayetel Kürsiler okuması gerçekten duygulandırdı bizi. 

Kahvaltı yapmak için sahilde epey mekan vardı, ancak bizi - nedendir bilinmez - çeken bir tanesi vardı, ki görür görmez girdik. Sanırım burada yapmış olduğumuz kahvaltı, gezimiz boyunca yapmış olduğumuz en iyi kahvaltıydı. Köyden doğrudan getirilmiş domates, bal, kaymak, zeytin ve egenin diğer lezzetleri ile uykusuzluğumuzu bir anda unutup kendimize gelmiştik.

Bugünlük hedefimiz Dikili olmuştu. Güzel diye methini çok duymuştuk; söylendiğine göre mavi bayraklı plajlara sahipti. Bir önceki gün epey yol katettiğimiz için toplamda 35 - 40 kilometrelik bir yolu kestirdik gözümüze ve yola çıktık. Özellikle yolun büyük kısmını İzmir - Çanakkale yolundan gidiyor oluşumuz ortalama hızımızı epey arttırdı. Yolda bulunan çeşmeler de zaman zaman serinlememizi sağladı.

Şekil 1: Yol üzeri çeşmede su ihtiyacımızı karşılarken.

Salihleraltı denilen bölgeye yaklaşırken ana yoldan ayrılıp sahil tarafına yöneliyoruz. Amacımız belli; sıcak zamanların geçmesini beklemek, bu esnada denize girmek. Derken belde merkezinde bir bisikletçi görüyoruz; ufak tefek ihtiyaçlarımızı karşılamak için duruyoruz. Gayet misafirperver olan bisikletçi Necati abimiz bize çay ısmarlıyor ve keyifli bir muhabbet başlıyor. Ardından oğlu Kutay da muhabbete katılıyor. Bunu takiben Kutay ile beraber plaja gidip denize giriyoruz. Burada ayrıca HırsızAlmaz denilen bir kavun türüyle tanışıyoruz. Sanırım böyle başka bir kavun yok dünya üzerinde. Bir sonraki sene için de kendisinden söz alıyoruz, beraber tura çıkacağız. (Yazdım buraya bak, kaçışın yok Kutay :) )

Şekil 2: Bisikletçide Necati HırsızAlmaz isimli kavunu yerken.

Sıcaklar dindiğinde selamlaşıp helalleşip tekrardan Dikili'ye doğru yola düşüyoruz. Yolun sonuna yaklaşırken ismini şu an hatırlayamayacğım yazlık bir belde içinde arnavut taşlar başlıyor; ardından da daha kısa, toprak, hızımızı epeyce düşüren bir yola giriyoruz. Ancak çok büyük sıkıntı olmuyor bizim için.


Saat 18:30 gibi Dikili'ye varıyoruz. Bu arada fark ettiğim birşey; günden güne hızlanıyoruz. Yokuşları daha hızlı tırmanıyoruz. Bu farkı gücü kendimde gerçekten hissedebiliyorum. 

Bir de, Dikili'de akşam sahilde Dibek Kahvesi'ni içmenizi tavsiye ediyorum. Hayatım boyunca çok kahve içmemişimdir, lakin burada içtiğim kahvenin hayatım boyunca içtiğim en iyi, en güzel (ve fiyat/performans oranı en iyi) kahveyi içtiğimizi çok rahat söyleyebilirim.

8 Eylül 2012 Cumartesi

4. Gun Notlari...

Kucukkuyu'da kaldigimiz pansiyonda iyice dinlenmis, onceki iki gunun yorgunlugunu atmis bir sekilde uyaniyoruz... Bugun bizi bekleyen yol daha duzgun, dolayisiyla daha uzun bir mesafeyi gozumuze kestiriyoruz. Sirasiyla Altinoluk, Akcay, Zeytinli, Oren, Burhaniye ve Gomec'ten gecerek Ayvalik'a varmayi planliyoruz. Asagi yukari 80 kusur kilometre etmekte kendisi...

Saat 7'ye dogru yola cikiyoruz. Altinoluk'ta hizlica kahvalti yapacak bir yer ariyoruz, lakin bulamiyoruz... Bunun uzerine Altinoluk cikisinda bulunan bir otelde kahvaltimizi yapiyoruz. Bekledigimizden daha ekonomik bir kahvalti oluyor bu... İyice karnimizi doyurup yola devam ediyoruz.

Akcay'a geldigimizde solugu meydandaki cesmede aliyoruz. Burada su ozlemimizi giderdikten hemen sonra arkadasimin lastiginin patladigini farkediyoruz. Sinsice on tekere yerlesen pitragi lastikten cektigimiz anda lastik iniyor... Basliyoruz yamalama islemlerine (epey ustalastigimizi da belirteyim) bu esnada 3 guzel insan ile tanisiyoruz, Mehmet, Emin ve Kemal abiler... Sagolsunlar, bize yorsan'da cay ismarladilar ve guzel muhabbetlerini bizlerle paylastilar...

Yolumuz uzun oldugundan gec olmadan helallesip ayriliyoruz. Burhaniye cikisina kadar ritmimiz oldukca yuksek bir sekilde yol aliyoruz. Ancak Karaagac ve Gomec yokuslari yavaslatiyor bizleri... Derken ben de on lastigi patlatiyorum...

Bu arada bu etabin yolu asfalt kalitsi anlaminda cok iyiydi... Bir de, yolda epeyce karadut suyu satan seyyar ve seyyar olmayan saticilar gorduk, birinde de denedik... Gayet basarili buldugumuz bu icecekten ikiser bardak iciverdik...

Ayvalik'a vardigimizda kalacak biryerler aradik lakin mantikli bir yer bulamadik... Bunun sonucunda Sarimsakli Plajlarina kadar ilerlemeyi kafaya koyduk. Gunes batmazdan evel vardik hatta batmadan once denize bile girip cikabildik... Bu arada bakin, yolda ne bulduk:


6 Eylül 2012 Perşembe

3. Gun Notlari

3. Gunumuze, bir onceki yokuslu, problemli ve bol ruzgarli gunun yorgunlugu ile basliyoruz. Bundan dolayi da sabah kahvaltimizi gec yapip uykumuzu iyi almayi ve aksam saatlerinde yola cikmayi planliyoruz. Oglen vakti denize girip dizi izleyip vakit geciriyoruz. (leyla ile mecnun cok beklemez)

Bir onceki gunun sanssizligi hala uzerimizde olacak ki bisikletlerden birinin anahtarini kaybediyoruz. Bosalttigimiz odayi, yerimize gelen misafirlerden ricada bulunarak alt ust ediyoruz, sahip seridine bakiyoruz, tika basa doldurdugumuz cantalari yeniden bosaltip tekrar tekrar kontrol ediyoruz ama nagile... Sonunda kilidi keser ile kirma yoluna gidiyoruz ve oracikta parcaliyoruz. Kaybimiz: bir kilit ve biraz vakit...

Yola ciktigimizda en buyuk korkumuz ike yuzlesiyoruz: Assos'un o dik ve arnavut kaldirimli yokusu u tirmanmak... Yarim saatlik zorlu tirmanisi ancak bisikletin yaninda gerceklestirebiliyoruz. Sonunda asfalt geliyor ve sularimizi icip ferahliyoruz.

Bu esnada iki arac geliyor ve bize guzergah ile ilgili sorular soruyorlar... Artik buralarin yerlisi olmus gibi cevapliyoruz sorulari ve yardimci oluyoruz; araclari ile gelen bu guzel insanlara...

Yolun ilk 10 kilometresi biraz yokuslu inisli bir sekilde gecti, lakin sonradan epey duzlendi, yolu epey kolay katettik. Tek bir olay oldu, o da bir kopegin kovalamasiydi. O an ben telefondaydim ve arkadasimin uyarisiyla farkettim kovalandigimizi. Neyse ki yeterli hiza kolay kavusabildik.

Kucukkuyu'ya vardigimizda, hemen girisinde epey mutevazi bir pansiyon bulduk, Yagmur Pansiyon. Buraya yerlesip, hizlica yemek (dabii ki kusbasi pide) yiyebilecegimiz bir yer aradik, bulduk... Ardindan sahilde hizli bir kordon turu, biraz cay ve pansiyona donus...

Aksam uzeri yaptigimiz bir yolculuk oldugu icin az yorulduk bugun...  Yarina hazir olmamiz lazim... Bakalim bizi nasil bir macera bekliyor 4. gunumuzde. Bir sonraki yazida gorusmek uzere...

4 Eylül 2012 Salı

2. Gun notlari

Gunlerden 3 Eylul 2012... Sabah, motelimizin birazcik gecikmis olan kahvaltisini yapip cayimizdan son yudumu ceker cekmez Necati ile atliyoruz bisikletlerimize. Once epey guzel yol aliyoruz. Ardindan Dalyan'in tepelerini tirmanmaya basliyoruz. Yokuslar neyse de, bu noktada asiri ruzgar bitiriyor bizi. Oyle bir ruzgar ki, yokus asagi inerken zor pedal atiyoruz, arkamiza aldigimizda da fena yokus yukari tasiyor bizleri... Yandan estigi noktalarda da inanin dusmekten korktum...

Tuzla yakinlarina hizimizi oldukca dusuren yokus ve ruzgar ikilisi, sorun cikarma isini Necati'nin arka tekerine birakiyor. Yaklasik yarim saatlik bir yamalama girisiminden sonra basarisiz oluyoruz ve en yakin bisikletcide aliyoruz solugu. Aliyoruz dedigime bakmayin, Gulpinar'daki market & bisikletci ikilisine kavusabilmek icin arnavut kaldirimli yollardan tirmaniyoruz, ogle sicaginin altinda... Burada yaptigimiz yamanin aslinda ise yaradigini, ancak lastikte bir delik daha oldugunu ogreniyoruz.

Esas macera buradan sonra basliyor yalniz. Gulpinar'dan sonra yokus asagi inecegimiz beklentisi (yanilgisi) yerini hayalkirikligina birakiyor. Cok ciddi yokuslar tirmaniyoruz. Acikcasi Kucukkuyu rampalarini cikmadigimiza pisman oluyoruz.

Saat 3'e yaklasirken Assos'ta bulusmak uzere anlastigim dostum Eren aracina atliyor ve yolda karsiliyor bizleri. Sagolsun fazla yuklerimizi atiyor arabasina, rahatlatiyor bizi.

Derken ine cika Assos'un yukaridaki koy merkezine variyoruz; kalacagimiz yer sahilde oldugundan, denize de girmenin ozlemiyle hemen sahile yoneldik. Aklinizda olsun; buranin da yolu arnavut kaldirimi; biraz da dik... Sanirim inerken bisikletleri birazcik hirpaladik..

Son olarak, vardigimizda saat 5'e geliyordu. Hizli bir sekilde yer secip (yelken camping) esyalarimizi odaya atip denize atladik...

Bugune ait ilginc anektotlardan biri; cocuklarin ve yetiskinlerin bizi gorunce "Hellooo" diye seslenmeleriydi... Epey bir yabanci turist pedalliyor sanirim buralari...

Bir baska anektot ise, bizi yukaridan asagiya inerken gormus bir abimizin Assos'ta bizleri gorup tebrik etmesiydi... Epey motive ediciydi gercekten...

Yaziya simdilik son veriyorum, zira yorgunluk hat safhada... Bir sonraki yazida gorusmek uzere... Asagidaki linklerde rotamizi ve detaylari gorebilirsiniz...

http://www.mapmyride.com/workout/175536775
http://www.mapmyride.com/workout/175582371

2 Eylül 2012 Pazar

1.Gun notlari...



Evet, cok guzel bir tur gunu yasadik bugun... Pesinen soylemem gerekir ki, cok yorulmadan, guzel ve suprizlerle dolu bir gundu bugun...

En bastan baslayalim... Saat 1 siralarinda kalkip İstanbul'dan Canakkale'ye gitmek uzere olan otobusumuze bindik. Bisikletleri otobuse atmak konusunda sikinti yasamadik, on tekerleri cikartip bisikletleri kendi ellerimizle yerlestirdik... Bunu ozellikle muavin teklif etti, 'ben zarar verebilirim, buyrun bagaj sizin; siz yerlestirin' gibi bir yaklasimda bulundu; ki cok hosumuza gitti bu durum...

Saat 5 siralarinda otobusun durdugunu farkettim... Neredeyiz diye gpsi actigimda İpsala'yi gosterdi cihaz. Hassasiyeti arttirip daha dogru gosterir, yanlistir diye dusundum; lakin 10 metre hassasiyetle, İpsala'ya 20 km kaldigini gorunce gulmeye basladim kendi kendime... Sanirim yaklasik 1 saatimizi kaybettik geri donmek icin...

Canakkale'ye indikten sonra basladik pedallamaya. Sabah saatlerinde trafik olmadigindan cok rahat bir sekilde katettik yolumuzu... 18 km sonra Troiapark'ta guzel (ve sasirtici sekilde ucuz) bir kahvalti yaptik. 45 dakika sonra tekrar dustuk yollara...

Canakkale cikisindan sonraki rampalar acikcasi korkutuyordu beni, zira epey yokuslu bir yoldur kendisi. Buna karsin her yokusun bir inisi oldugundan dolayi epey rahat ettik tirmanis sonrasinda...

Yolumuzu Anayoldan Bozcaada yonune dogru dondurduk. Amacimiz Geyikli icerisinden gecip Dalyan'a ulasmakti. Nitekim oyle de oldu. Cok rahat bir yoldu burasi da, acikcasi trafigi yok denecek kadar az. Yalnizca tas ocagindan cikan kamyonlara dikkat edilmesi gerekli, buradan gececek arkadaslarin ozellikle dikkat etmesi gerekli.

Yolda guzel bir supriz de oldu, yuksek lisanstan arkadasim Safa ile denk geldik yolda. Karsilikli kornalar esliginde birbirimize yaklasip sevinc gosterilerinde bulunduk yolun ortasinda... Ayakustu kisa bir gorusmeden sonra tekrar yola koyulduk.

Geyikli'ye geldikten sonra hemen bir cesme bulup, cesmeden sularimizi doldurduk ve son 6 kilometremizi katetmeye basladik. 12 gibi Dalyan'a vardik. Burada bir motel bulup yerlestik ve dinlenmeye verdik kendimizi...

Burasi -sezonun yavas yavas bitmesinden midir bilinmez- cok sakin biryer. Suyu bir hayli soguk, epey de ruzgarli. Lakin gun batimi cok guzel, Bozcaada uzerinden batan gunesi izliyorsunuz..

Simdi de fotograflar...










1 Eylül 2012 Cumartesi

Heyecanlı Bekleyiş Sona Eriyor...

Evet... O gün geldi çattı sonunda... İzinler alındı, heybeler hazırlandı, bisikletler şöyle bir tekrar elden geçirildi... Artık hazırız...

Kısmetse bu gece Kamil Koç ile Çanakkale'ye geçiyoruz; otobüsümüz gece saat 1'de Esenler'den kalkacak. Reklam olsun diye yazmadım otobüs firmasının ismini, otobüse sorunsuz bir şekilde bisikletimi alabileceğimi söyledi bu firma. Araştırdığımda gördüm ki, zaten "bisikletçilerin yanındayız" gibi bir motto ile çıkış yapmışlar zamanında. Bakalım, deneyimlerimi de yazacağım bu konuda...

Çanakkale'ye indikten sonra ilk soluğu Geyikli ya da Bozcaada'da alacağız kısmetse. Kısa bir hedef ile başlayalım istedik, iki farklı güzergahtan birini tercih edeceğiz; 48 kilometrelik anayolu, ya da 59 kilometrelik sahil yolunu.  Bakalım, rakıma ve yolun kalitesine göre karar vereceğiz. Yol ile ilgili diğer yorumları da vardıktan sonra yapacağım kısmetse.

Şekil 1: Geyikli'ye uzanan iki alternatif yol


Şimdilik, Allahaısmarladık.