31 Mart 2018 Cumartesi

Unibike 2018 Bisiklet Fuarı Kapılarını Açtı

Merakla beklenen Unibike İstanbul 2018 Fuarı'nın kapıları bisikletseverlere geçtiğimiz perşembe günü açıldı. İstanbul Yenikapı'daki Avrasya Sanat ve Gösteri Merkezi'nde ziyaretçileri ile buluşan ve 29 Mart - 1 Nisan 2018 tarihleri arasında ziyarete açık olacak olan fuarı sizler için gezdik ve neler var, neler yok sizler için derledik.

Unibike 2018 Bisiklet ve Bisiklet Ekipmanları Fuarı

Her yıl ülkemizde yapılan her yeni bisiklet fuarının, çizgiyi ve ziyaretçi beklentilerini biraz daha yükselttiğine ve kaliteyi yukarıya çektiğine şahitlik ediyoruz. Katılımcı seviyesinin az olması sebebiyle önceleri motorsiklet firmaları ile birlikte stand açmak durumunda kalan bisiklet ve bisiklet ekipmanları firmaları, yeterli talebin oluşması ile birlikte, sektörün kendi dinamiklerine ve kendi fuar ihtiyaçlarına sahip olduğunu kanıtlamış ve son dönemde yalnızca bisikletlerin ve bisikletli yaşamın sunulduğu bir fuarlar ile bisikletseverlere ulaşmaya başlamıştır. 



Neredeyse bilinen tüm yerli ve yabancı firmaların bisikletlerini fuarda görmek mümkün. Dolayısı ile özellikle bisiklet alma niyetindeyseniz ve önümüzdeki bahar aylarını pedallayarak geçirmek istiyorsanız deneme turu da atabileceğiniz fuara bir göz atmak, doğru bisikleti bulabilmek adına gayet faydalı olacaktır.


Doğru bisiklet demişken, her sene bisiklet fuarlarında bir yeni konunun trend olduğunu ve neredeyse tüm firmaların anlaşmış gibi standlarına yerleştirdiği bir ürün/hizmet olduğunu gözlemleriz. Bu sene de farklı olmadı, 2018'in trend konusunu birçok firmada gözlemledik. Peki nedir bu senenin konusu? "Bikefitting!"

Kavram olarak, vücut yapınıza uygun bisiklet ölçüsünün ve duruşunuzu belirleyen aynakol uzunluğu, gidon mesafesi, sele pozisyonu gibi ölçülerin ne olduğunu tespit etmeye yarayan, yarı mekanik, yarı teknolojik analizlerin tümünü ifade ediyor. Özellikle optimum performansı elde edebilmek ve gereksiz kas/eklem zorlanması ve sakatlanmanın önüne geçebilmek -ki bizce daha çok önemsenmesi gereken budur- için yaptırılması tavsiye edilen, size uygun bisikleti ve ekipmanlarını alabilmeniz ve gereksiz ekstra masraf yapmamanız için bisiklet almadan önce alınması önerilen bir hizmet olduğu belirtiliyor. Hangi bacağınızla ne kadar basma ve ne kadar çekme kuvveti uygulayabiliyorsunuz, ayağınızın neresiyle pedala basıyorsunuz, bisiklet üzerinde nasıl duruyorsunuz gibi soruların cevapları hem elektromekanik sensörler ile, hem de 3 boyutlu tarayıcılar ile algılanıp bilgisayar ortamına aktarılıyor. 


Her ölçüsü hassas olarak ayarlanabilen özel bisiklet benzeri mekanik aksamlar üzerinde yapılan yaklaşık 3 - 4 saat süren bir analiz çalışmasının ardından kapsamlı bir rapor elde ediyorsunuz ve bu raporla bedeninize uygun bir bisikleti alabiliyorsunuz. Bununla birlikte yanlış donanımdan kaynaklanan sakatlıkların ve performans kayıplarının da önüne geçiyorsunuz. Hizmetin bedeli 300₺'lerden başlayıp rapor kapsamına göre yukarılara tırmanabiliyor.



Bikefitting Türkiye'de son kullanıcının ulaşabildiği yeni bir konu, ancak firmaları bu konuda gayet motive gördük. Kim bilir, Euro'nun da artması ile 15.000 ₺ civarında satılan bisikletlerle birlikte belki de ücretsiz bikefitting hizmeti verildiğini de görmeye başlarız yakında.

Geçtiğimiz günlerde Cyclist dergisinde ya da bir online makalesinde bisiklet üreticilerinin, özellikle yol bisikleti üreticilerinin standart donanımlar ile erişilebilecek performansın limitlerine geldiklerini düşündüklerinden standart dışı fren, gidon veya kadro tasarımlarıyla daha düşük ağırlık, daha yüksek aerodinamik verim gibi konulara yönelmeye başladığına değinilmişti. Bunun örneklerine Trek standında görmeye başladık. Alttaki fotoğrafta v-fren konumlarına ve yerleşimlerine, olmayan gidon boğazına -ya da borusuna mı desek, en iyisi entegre gidona diyelim- dikkat çekmek isteriz. Özellikle üst ve orta-üst seviye bisikletlerde önümüzdeki dönemde bu entegrasyona daha sık denk geleceğimizi tahmin etmek güç değil.



Önceki fuarlarda çılgın bir şekilde elektrikli bisikletler kullanıcıların gözüne sokulmaya çalışılıyordu. Bu sene fuarda daha fazla çeşitte elektrikli bisiklet bulunuyor, lakin son kullanıcıya olağanüstü bir ürünmüş gibi satılmaya çalışılmıyor. Bu, bisiklet algısı ile alakalı olumlu bir gelişme.

Değinmeden geçmemek lazım, Gürkan Genç'in -bkz: Demir Atlı Adam- bisiklet ile dünya turu projesi kapsamında kullanmış olduğu ilk Kron marka özel yapım bisiklet teşhir ediliyor. 41.000 Km yol tepen bisiklet nasıl görünür, merak edenlerin görmesini tavsiye ederiz. "Gürkan Genç'i tanımıyorum ben" diyenleri de kendisinin web sayfasına yönlendirelim.

Bunun dışında retro şehir bisikletleri, sıradışı bisiklet tasarımları, bisiklet taşıma ekipmanları, çocuk koltukları gibi birbirinden farklı kategorilerde çeşitli ürünler fuarda görülebiliyor. Birçok firma fuara özel ciddi indirimler de uyguluyor. -Bir Mosso 790Pro sahibi olmamak için zor tuttuk kendimizi- Ayrıca yurt genelindeki bisiklet derneklerinin de standlarını görmek mümkün.



Fuara Giriş ve Ücret

Fuara giriş için öncelikle form doldurmak gerekiyor. Formu buradan online olarak doldurabileceğiniz gibi kapıda da doldurabilirsiniz. Öğrencilere ücretsiz olan fuarın, öğrenci olmayanlar için 5₺'lik bir giriş ücreti bulunuyor. Kanaatimizce, fuara bisikleti ile gelenlere de ücretsiz yapılabilirdi. Şehir hayatında bisikletin yaygınlaştırılması ile ilgili stratejilerin olduğunu biliyoruz, bu kapsamda bir adım atılması hoş olurdu. Kabul, 5₺ de ucuz bir giriş ücreti ama teşvik ediyor olmak önemli.

Fuar Alanı ve Alana Gidiş

Avrasya Sanat ve Gösteri Merkezi, Yenikapı sahil yolunda, deniz tarafında kalıyor olup, toplu taşıma, bisiklet ya da otomobil ile ulaşılması gayet kolay bir lokasyonda bulunuyor. Toplu ulaşım ile etkinlik alanına ulaşmak için Marmaray, Havalimanı-Yenikapı Metrosu, Hacıosman-Yenikapı Metrosu ile raylı sistemler ya da BN1- BN2, BN3 gibi sahil yolunu kullanan otobüsler kullanılabilir. Bu anlamda, etkinliğin olabilecek en güzel yerde konuşlandığını söylemek mümkün.
Özel araç ile gelecek ziyaretçiler içinse etkinlik alanının önünde kapasite sorunu bulunmayan devasa bir İspark bulunuyor.

Son Notlar

Genel olarak değerlendirildiğinde başarılı bir şekilde organize edilmiş bir fuar olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul'da olup da bisiklete ilgisi olan herkesin fuara uğraması faydalı olacaktır.

19 Kasım 2017 Pazar

THY'den Ücretsiz Bisiklet Taşıma Kampanyası

Türk Hava Yolları, kampanya kapsamında Kayseri'ye yapılacak olan uçuşlarda bisiklet taşıma ücreti almayacağını duyurdu.

Kampanya, 01 Nisan 2018 - 31 Ekim 2018 tarihleri arasında Kayseri çıkış veya varışlı uçuşlar için geçerli olup kişi başına 1 bisiklet ile sınırlandırılmış.

Geçtiğimiz sene Kayseri'de yapılan Salcano Veloturk Gran Fondo yarışına katılan sporcuların bisikletlerini özensiz taşıdığı ve bisikletlere hasar verdiği iddia edilen ve sosyal medyada #BisikleteSaygiTHY hashtag'iyle gündeme gelen Türk Hava Yolları'nın bu şekilde sporcuların gönlünü almaya çalıştığı düşünülüyor.


22 Eylül 2017 Cuma

Otomobilsiz Kent Günü

İstanbul'da 22 Eylül'de Otomobilsiz Kent Günü Kutlanıyor!

Dünya genelinde 2310 şehir tarafından kutlanan Avrupa Hareketlilik Haftası etkinlikleri kapsamında 22 Eylül İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Otomobilsiz Kent Günü ilan edildi.



Bu kapsamda saat 06:00'dan 19:00'a kadar Bostancı Kartal arasındaki sahil yolunun Bostancı Yönü trafiğe kapatılarak bisikletli ve yayaların kullanımına açılacak.

Bununla birlikte toplu ulaşım saat 20:00'a kadar %50 indirimli olarak sunulacak.


19 Ağustos 2017 Cumartesi

Bisiklet Sür, Beşiktaş!

Beşiktaş Belediyesi, bisikletli ulaşıma dikkat çekmek, bisikletli farkındalığını arttırmak ve fosil yakıt kullanımını azaltmak amacıyla PAGÇEV iş birliğiyle bisiklet turu organize ediyor.

20 Ağustos Pazar günü Beşiktaş Demokrasi Meydanında başlayacak organizasyon için toplanma saati 09:00, hareket saati ise 09:30 olarak belirlenmiş.


Turun rotası şu şekilde:
Beşiktaş Meydanı'ndan başlayarak sahil yolundan Aşiyan mezarlığına devam edilecek ve aynı yolda dönüş istikametinde seyredilerek yine Beşiktaş Demokrasi Meydanında sona erecek.

Rota kısa olsa da toplanmış olan bisikletseverlerin daha küçük gruplar halinde farklı parkurlarda turlarına devam etmesi ise kaçınılmaz.

Etkinlik sonunda çekiliş yapılarak katılımcılara hediyeler dağıtılacaktır.

Eh, biz de bu etkinliği ve benzerlerini heyecanla bekliyoruz. Haydi bisiklet severler, farkında olunmayan bizleriz, ancak farkındalığı arttıracak olanlar da bizleriz!

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Dünya Çevre Günü Kıtalararası Bisiklet Gezisi

İstanbul çok güzel bir bisiklet etkinliğine daha ev sahipliği yapıyor.


Dünya Çevre günü sebebiyle her sene düzenli olarak Bisikletliler Derneği tarafından gerçekleştirilen Kıtalar Arası bisiklet gezisi bu sene Ramazan ayına denk geldiği için, katılımın mümkün olabildiğince fazla olabilmesi için Gece Turu olarak tertip ediliyor.

Önümüzdeki Cumartesi günü (3.06.2017) akşamı saat 22:00'da başlayacak olan tur için toplanma yeri olarak her zamanki gibi Lütfi Kırdar Kongre Merkezi seçildi.

Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nden başlayacak olan turun rota uzunluğu 21 km olup, Mecidiyeköy, Balmumcu, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Üsküdar ve Harem'den geçerek Kadıköy'de son buluyor.

Katılım için kask ve ön / arka lambaların bulundurulmasının zorunlu tutulduğu etkinliğin sonunda yapılacak çekiliş ile piyasa değeri yaklaşık 1000₺ olan 10 adet bisikletin katılımcılara dağıtılması planlanıyor.

Tur rotasının harita üzerindeki görünüşü aşağıdadır.

21 Kasım 2015 Cumartesi

Tuna Nehri Bisiklet Turu - 3. Gün: Marbach an der Donau - Zwentendorf

Önceki yazımda da bahsettiğim üzere Marbach'ta çadırda kalmıştım. Çok güzel, sakin bir gece geçirdikten sonra sabah ilk ışıkları ile birlikte kendime geldim. Beklediğimin aksine, dinlenmiş bir şekilde uyandım. Bunda temiz havanın ve Tuna'dan inceden gelen su sesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Kamp alanının lavabolarını son kez kullanarak çadırımın başına döndüm, gece yıkayıp kuruması için astığım tişörtlerimi katlayıp heybeme yerleştirdim, çadırımı toparladım ve bisikletime yükledim. Artık yola çıkmaya hazırdım. Saat 8:30.

Planım Viyana'ya kadar olan yolu 2 günde almak, çünkü bulunduğum konum Viyana'dan yaklaşık 130 kilometre mesafede, ve bu mesafe bir gün için fazla. Viyana'ya varmak mümkün olmasına rağmen kendimi ve ekipmanımı zorlamak ya da strese girmek istemediğimden bugünü yaklaşık 84 kilometre uzakta, Zwentendorf'ta bitirmek istiyorum.

Bugün kahvaltı yapmadan çıkıyorum yola, amacım yol üzerinde 1 saat içerisinde güzel bir kahvaltı yapacak yer bulmak ve sabah kahvaltısını yapmak. Genelde bu tarz turlarda kahvaltının kalitesi belirliyor, yolun nasıl geçeceğini.

Fotoğraf: Tuna dünkü gibi sağımdan akmakta
Yaklaşık 1 saat Tuna'nın kuzey yakasında bisiklet sürdüm, lakin 1-2 yer dışında kahvaltı yapabileceğim bir mekana rastlamadım. Gördüklerim de içime sinmediğinden durmadım. Hatta bir ara "bulamayacağım herhalde" deyip denk geldiğim Spar marketlerinden birine girdim ve atıştıracak bir şeyler aldım. Çok geçmeden de Emmersdorf'ta yol kenarında açık büfe kahvaltı veren bir hotele denk geldim. Tam olarak 53 dakikada 16 kilometre katetmiştim.

Hotel Donauhof'ta tam 12€ ile turun en pahalı kahvaltısını yaptım. Civarda başka oteller de bulunuyordu, onlara sormadım, direkt oturdum. Zira kahvaltı 10:00'a kadardı, ve benim yarım saatten biraz fazla zamanım vardı. Derhal oturdum kahvaltıya, karnımı iyice doyurdum.

Fotoğraf: Kahvaltımı yaptıktan sonra karşıma çıkan saray yavrusu
Yukarıdaki fotoğrafın hemen ardından Donauradweg bitmişti ve bir Donauradweg tabelası yola çıkarak karşıya geçmemi söylüyordu. Ben ise bunu yanlış anlamış, aynı 2. günün bir kısmında olduğu gibi yolda gitmem gerektiğini düşünmüştüm. 100 metre ilerlemeden yolda denetim yapan bir polis tüm araç trafiğini ve beni durdurdu ve kibarca uyarmaya çalıştı. Kendisine kibarca tabelanın karşıya geçmem gerektiğini ifade ettiğini anlamadığımı, bu sebeple yoldan devam ettiğimi söyledim. O da hızlıca anayolu terkedip yolun karşısından, kasabanın içinden geçmemi tembihledi, beni gönderdi ve tüm anayolu trafiğe yeniden açtı. Ucuz atlattığımı düşünüyorum. :) Bu andan itibaren tabelalara daha dikkatli bakar oldum.

Fotoğraflar: Spitz yakınlarında ana yoldan ayrıldık

Yolun sol tarafından sürerken Spitz yakınlarında yol iyice nehirden ve ana yoldan ayrıldı. Bunun yerine daha sessiz olan kasaba içinden ve üzüm bağlarının arasında sürdüm bir müddet.

Fotoğraflar: Spitz içinden geçerken

Fotoğraf: Spitz yakınında sayısız üzüm bağı var
Şunu söylemeliyim ki, bir müddet etrafımda üzüm bağından başka birşey görmedim. Açıkçası başta bu kadar ekilmiş toprak görmeyi ummuyordum. Ancak biraz dikkatli bakıp düşündüğümde buranın da bir ova olduğunu gördüm ve verimli topraklarının olduğuna kanaat getirdim.

Fotoğraflar: Yol kalabalıklaşıyor

Spitz'den çıktıktan sonra  St. Michael'e doğru yaklaştığımda yol birden kalabalıklaştı. Ben gittiğim yönde, hem de aksi istikamette epeyce bisikletli gördüm. Hızımı düşürüp kalabalık bir ekiple bir müddet sürdüm. Benim için hem fiziksel hem de psikolojik bir dinlenme oldu, hızı düşürüşüm. Sonra hızlandım ve ekibi geride bıraktım tabii ki.

Fotoğraflar: St. Michael yakınlarında geçtiğim alçak bir geçit ve kule

 35. kilometreye doğru geldiğimde St. Michael'e girmiş oluyorum. Burada eski bir kilise ve kulesi mevcut. Kulenin üzerine sayısız basamaklı bir merdiven ile çıkılıyor. Manzarayı görmek için çıkmak istedim, ancak bisikleti bırakacak imkanım olmadığından ötürü fotoğraf ve video çekip yoluma devam ettim.

Fotoğraf: Weißenkirchen'e kadar geldim, ve hala üzüm bağları devam ediyor
Weißenkirchen'in ardından Dürnstein Sarayına (Schloss Dürnstein) geliyorum. Saray biraz yüksek irtifada (çok değil, belki 50 m) ve sanırım tırmandığım en yüksek nokta burasıydı diyebilirim. Saray ziyarete açık olan bir müze gibi değil de, daha çok bir restoran gibi işletiliyordu, dolayısıyla girmedim bile. Hatta fotoğrafını dahi çekmemişim, yalnızca manzarası çekili, bir de aşağıdaki videoda biraz görünüyor.

Fotoğraflar: Dürnstein Sarayı manzarası

Dürnstein'dan çıktıktan hemen sonra az önce gördüğüm üzümlerin şaraba dönüştürüldüğü bir sürü şarap evi belirmeye başlıyor. Ben de ne zaman görmeye başlarım diye geçiriyordum içimden. Tabi alkolle aram olmadığı için benimkisi yalnızca meraktan ibaretti, fotoğraf bile çekmemişim. Ama ilgilisi olabilir, şarap merakınız varsa aradığınız yer burası, Unterloiben.

Unterloiben'den sonra yolun kuzey kısmından 4 kilometre daha sürdüğümde büyükçe bir şehir olan Krems an der Donau'ya varmış oldum. Ne kadar büyük diye soran olursa, ilk Türk bankalarını burada görmüş oldum, turun başından beri.
Fotoğraf: Krems'te Deniz Bank Şubesi

Krems içinden geçerken şehri biraz fazla izlediğimden olsa gerek, bir yerden sonra Donauradweg'i kaybettim. Amacım Krems köprüsünden karşıya geçip yolun kalan kısmını Tuna'nın güneyinden geçerek tamamlamak idi ancak ne köprüyü tutturabildim, ne de bisiklet yoluna kolayca çıkabildim. Köprünün altından geçebiliyordum ancak köprüye nasıl çıkacağımı bir türlü bulamamıştım. En sonunda köprüye çıkmaktan vazgeçip iç güdülerimi dinleyerek batıya doğru sürmeye başladım. Organize sanayi içerisinden geçerek tekrardan doğru olduğunu sandığım yola kavuşmuştum.

Video: Krems çıkışında, yolu bulduktan hemen sonra

Fotoğraflar: Krems çıkışında, yolu bulduktan hemen sonra

Bir miktar dinlendikten sonra tekrardan yola çıkıyorum. Tuna Nehri kıyısına gelir gelmez bir de burada fotoğraf çekiyorum.

Fotoğraflar: Krems sonrası Tuna ile buluşmamız

Krems'te iken Tuna'nın karşısına bir türlü geçememiştim. Akşam kalmayı planladığım Zwentendorf nehrin karşı tarafında olduğundan ötürü önümdeki fırsatları değerlendirerek kendimi karşı kıyıya atmanın yoluna bakmam gerekliydi. Neyse ki ben Tuna'ya kavuştuktan 2 kilometre sonra Krems Otobanını karşı kıyıya taşıyan köprüye denk geldim. Bu köprüde bisiklet ve yayalar için de bir bölüm ayırmışlar.

Video: Krems Çıkışındaki köprü

Fotoğraf: Krems Otobanı altından bir görünüm 

Tuna'nın güneyindeki yol artık tamamen sessiz, sakin bir bisiklet yoluna dönüştü. Zwentendorf'a yaklaşık 15 kilometre var, dolayısı ile mola vermeden hızlı bir şekilde varmak ve çadır alanına ulaşmak istiyorum. Köprüden 3,5 kilometre sonra bisikletliler için hazırlanmış bir cafeye denk geliyorum. Durup dinlensem diye düşünüyorum içimden ilk başta, lakin bir saat kalmış zaten, durmuyorum ve haritaya bakıp devam ediyorum.


Zwentendorf'a kadar çok kaliteli bir bisiklet yolundan sürüyorsunuz. Kasabaya varmadan hemen önce bir nükleer santralin yanından geçiyorsunuz. Küçük kapasiteli bir santral burası. Anladığım kadarıyla Avusturya'da kurulmuş ilk nükleer santralmiş. Sonradan öğrendiğime göre, halk ayaklanması olmuş. Bu sebeple koca santral kurulmuş ancak hiç işletilmemiş. Daha çok eğitim amacıyla kullanılmış.

Kasabaya vardığınızda ilk başta spor alanı karşılıyor sizi. Henüz kasabaya girdiğinizi anlamıyorsunuz, biraz daha ilerlemeniz gerekli. İlk iş olarak çadır alanını bulmaya çalışıyorum. Haritada gösterilen yere gidiyorum, lakin ilk başta farkedemiyorum alanı. Hiçbir çadır yok zaten. Vardığım vakit çok geç değil, saat 3 gibi varmıştım Zwentendorf'a, 83 kilometre yol katetmiştim. Yine de, eğer çadır alanını bulamazsam kafayı kırıp Viyana'ya gitmeyi bile planlamıştım, B planı olarak. Ancak önce karnımı doyurmalıydım. Market ya da güzel bir restoran idi aradığım.

Tam da bu esnada karşıma çıktı Evita isimli restoran. Uzaktan "Pizza" yazdığı için yaklaşmıştım, ancak baktım ki, altında "Kebab" yazıyor. Hızlandım ve doğruca oraya doğru gittim. Bisikletimden çantamı sökmeye çalışırken yanıma gelen dükkan sahibi ile aramdaki diyalog:

- Hallo!
+ Hallo!
- Sind sie Turk?
+ Ja?
- Ich bin auch Turk.
+ Hoşgeldin o zaman.

Böylelikle tanıştık Metin abiyle. Metin Yıldırım, abim yıllar önce gitmiş gurbete, işçi olarak başlamış, uzun yıllar çalışmış. Zaman içinde evlenmiş, çocuğu olmuş oralarda, yerleşmiş iyice. Her gün Viyana'dan gidip geliyor Zwentendorf'taki dükkanını işletmek amacıyla.

Kaç saat muhabbet ettik tam hatırlamıyorum, ancak o kadar sevaba girdi ki Metin abi... Oralarda, o kadar efor sarfedip de keyif çayı içebileceğimi hiç mi hiç sanmıyordum. Arasam bulamazdım herhalde beyaz kırmızı çay tabağını, kıpkırmızı karadeniz çayını...



Fotoğraflar: Metin Yıldırım ve Evita Kebap

Uzun uzun konuştuk, muhabbet ettik. Çok bisikletli gördüğünü, ancak ilk defa türk bir bisikletinin buralara geldiğini gördüğünü söyledi, pek bir gururlandım. Genelde buraya gelen Türkler, Zwentendorf girişindeki Nükleer santrali ziyaret etmek, eğitim görmek için geliyorlarmış. Oğluyla, eşiyle tanıştım, çok iyi insanlar. Akşam bırakmak istemediler, evlerine misafir etmek istediler sağolsunlar. Sıkıntılı bir durumda olsaydım kabul ederdim, ancak rahatsızlık vermek istemediğimden teşekkür ettim. Neticede erken kalkmak ve yol almak durumundaydım. Kendilerine buradan tekrar teşekkür etmek isterim, misafirperverliklerinden dolayı. "Metin abi, yolun düşerse uğrayacaksın, unutma!" :)

Saat çok geç olmadan vedalaşıp, market alışverişini de yapıp ayrılıyorum kasaba meydanından. Tekrar çadır bölgesini bulmak için kasaba girişine geri sürüyorum bisikletimi. Bu sefer detaylıca bakıyorum etrafa, kaçırdığım birşey var mı diye...

Derken küçük bir tabelada almanca "çadır ödemelerini karşıdaki restoranda yapabilirsiniz" yazan bir tabela buluyorum. Derhal giriyorum restorana, çadır alanı ile ilgilendiğimi söylüyorum. Hızlıca bir form dolduruyor. 9 Euro'ya elektrik, banyo ve çadır alanı almış oluyorum (elektriği malesef sabah farkedebiliyorum). Çadırımı kurarken yalnız olmama rağmen ilerleyen saatlerde komşularım da üşüşmeye başlıyor. 4-5 çadır oluyoruz.

Video:

Özetle, Tuna Nehri boyunca yapmış olduğum bisiklet turunun 3. gününde 85 kilometreye yakın bisiklet sürmüş oluyorum. Ufak bir kaybolmaca dışında yaşadığım olumsuz hiçbir olay olmadı. Aşağıda etap rotasını ve hız/yükselti grafiğini bulabilirsiniz. Detaylı bilgiler ise en altta, MapMyRide
linkinde bulunmaktadır.

4. gün yazısında görüşmek üzere...

Şekil: Etap rotası ve grafiği


4 Ekim 2015 Pazar

Tuna Nehri Bisiklet Turu - 2. Gün: Linz - Marbach an der Donau

Önceki yazımda da bahsettiğim üzere Passau'dan başlamış olan bisiklet turumun yaklaşık 97,5 kilometresini geride bırakmış ve Viyana'ya gireceğim ana kavuşacak olmanın heyecanıyla uyanmıştım. Bugün olmayacaktı bu kavuşma daha 200 km üzerinde yol vardı, ama olsun, oraya doğru ilerliyor olmak bile heyecanlıydı.

Viyana'ya kadar kalan yolu 3 günde almayı planlıyordum. Dolayısı ile 60 km ile 110 km arasında bir mesafede kamp alanı var mı diye araştırmıştım. Camping.info isimli site detaylı bir şekilde değişik coğrafyalardaki çadır kamplarını listelediğini gördüm. Benim ilk kamplı bisiklet turum olduğundan ötürü özellikle bir kamp alanında istemiştim ve aradığım kamp alanını 96 km uzakta, Marbach an der Donau'da bulmuştum. Artık hedefim de belliydi, kahvaltımı yapıp 8 gibi yola çıktım.

Linz'i geride bırakmam malesef çok kolay olmadı. Aslında biraz haritaya bakmamak istememden, biraz da geldiğim yoldan çevre yoluna çıkmamak istememden kaynaklandı bu sorun. Haritadan bakıldığında Tuna nehrinin Linz etrafından dolanarak güneye indiğini biliyordum. Dolayısı ile kuzeye giderek çevreyoluna çıkmak yerine şehrin ortasından doğuya giderek tekrar Tuna nehrine kavuşmayı umuyordum. Ancak öyle olmadı, bunun yerine bir sanayi bölgesiyle karşılaştım. El mahkum, tekrar kuzeye dönüp biraz da batıya yönelerek çevre yoluna doğru çıktım. Ancak amacıma da ulaşmıştım, şehre girdiğim yerden çıkmamıştım.

Çevreyolu yakınında tekrar Donauradweg'e, yani R1'e bağlandığımda artık yemyeşil çimenlerin arasından sürüyordum. Hatta öyle ki, uzun yol bisikletçileri ile gezi amaçlı bisiklet kullanıcılarının kullandığı yollar bile farklıydı, aynı yöne uzanıyor olmalarına rağmen.

Fotoğraf: Linz'den ayrılır ayrılmaz R1 üzerindeyim. Solda, yukarıda ise gezen bisikletlilerin daha düşük tempo ile sürüş yaptıkları ayrı bir bisiklet yolu mevcut.
Linz büyük bir şehir olduğundan yukarıda bahsettiğim sanayi bölgesi de epeyce büyük. Fabrikaların büyük bir kısmı malların kolay ve ekonomik transferi için ya tren rayları ile birbirine ve ana tren yoluna bağlı, ya da Tuna nehri kenarında. Bahsetmiştim, Tuna üzerinde gemilerle ciddi miktar yük taşınıyor. Bu sebeple yaklaşık 20 kilometre boyunca yolun güney kısmında epeyce fabrika görüyorsunuz. Bu kısımlarda nehrin güney kısmında sürmek pek mümkün değil, mümkün olsa dahi gereksiz.
Fotoğraf: Linz çıkışında bir süre devam eden fabrikalar
Yaklaşık 12 kilometre gittikten sonra arkasında Çek Cumhuriyeti bayrağı olan, bir baba-oğul ikilisine denk geldim. Babanın arkasında bir römork, bütün yükü kendisi çekiyor. Oğlunda ise 24 inçlik bir bisiklet var, babasının bir önünde bir arkasında pedal çeviriyor. Normalde seyir onlara göre birazcık hızlıydı, ancak gerek dinlenmek için, gerekse baba-oğulun bu keyifli zamanlarına tanıklık etmek için hızımı düşürdüm. Yarım saate yakın birlikte sürdük.

Fotoğraf: Çek baba-oğul keyifle pedallarken

18. kilometreye geldiğimde Donauradweg R1, nehirden ayrılıp bir anda kuzeye, St. Georgen an der Gusen'e doğru yöneldi. Bu noktadan sonra kasaba içerisinde sürmeye başlıyorsunuz. Bu öylesine bir sert ayrılıştı ki R1'de olduğumu gösteren tabelalar olmasına rağmen Abwinden'i geçer geçmez durup haritaya bir bakma ihtiyacı hissettim. 

Fotoğraf: Abwinden yakınlarında mola yeri
Hemen yukarıda bulunan fotoğrafta sarı kulübe benzeri bir yapı görüyorsunuz. İçinde büyükçe bir haç ve Meryem resimleri bulunan bu yapının bir adı var muhtemelen. Yol boyunca epeyce gördüm bunlardan, ama ne isim verilir bu yapılara, bilmiyorum.

Moladan sonra Tuna nehrinden bir miktar daha uzaklaştıktan sonra kendisiyle tekrar Mauthausen'da buluşuyoruz. Mauthausen'da bir mola daha veriyorum, aslında yorgun değildim, ancak hava sıcaklığından ötürü bulduğum cafelerden birinde soğuk kahve içmek istiyorum. Buzlu bir kahve istediğimi söylüyorum, ancak Eis kelimesi almancada hem buz, hem de dondurma anlamına geldiğinden servisi yapan eleman soğuk kahvenin içine atıveriyor dondurmayı. Kahve içinde yüzen dondurma ilk başta garip gelmesine rağmen yedikçe (ya da içtikçe, nereden baktığımıza bağlı) hoşuma gidiyor. Yanılmıyorsam 4 € gibi bir para verdim.

Bu arada şehirlerin dışında genellikle kredi kartı ile ödeme şansı bulunmuyor. Büyük diye aldanıp girdiğiniz çoğu restoranda dahi kredi kartı ile ödeme kabul edilmiyor. Bu kafede de kredi kartı ile ödeyemedim. Açıkçası şaşırdım bu duruma, ve özellikle yanıma yeterli miktarda Euro almış olduğum için şükrettim.

Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, Mauthausen'da büyükçe bir Tourist Information var, benim ihtiyacım yoktu o an için bilgi almaya, ancak yine de dışarıda asılı olan haritaya şöyle bir baktım.

Fotoğraf: Mauthausen Tourist Information
Yaklaşık 20 dakikalık molanın ardından tekrar yola çıkıyorum. Yol yine bildiğimiz yol: kaliteli asfalt, sağ tarafımızda Tuna, akıyoruz. Yaklaşık bir 15 km daha yemyeşil bir ortamda sürüyoruz.


Fotoğraflar: Mauthausen çıkışında yolun ve benim durumumuz

47. kilometreye geldiğimizde Hütting yakınlarında bisikletliler için mola yeri olarak hazırlanmış bir noktaya ulaşıyoruz. Büyük bir bilgilendirme haritası, masa sandalye grupları, soğu bir su kaynağı ve yiyecek-içecek satan bir büfeden oluşan bir nokta burası. Hemen suyumu tazeliyorum, elimi yüzümü yıkıyorum ve kendime geliyorum.

Bilgilendirme panolarında yakınlarda bulunan suya girilebilir noktalardan (Badesee) ve açıkhava müzelerinden (Freilicht Museum) bahsediliyor. Yaklaşık 96 km sürmeyi planladığımdan bu mekanlara uğrayamıyorum.



Fotoğraflar: Hütting yakınlarındaki mola yeri

Mola yerinden ayrıldığımızda Tuna 'dan da tekrar ayrılıyoruz. Rotanın bu kısmı bir ovadan geçiyor, Tur başlangıcındaki gibi kenarlarda tepeler yok artık, Viyana'ya kadar görmeyeceğiz. 

Bu bölge ova olduğu için geçmişte büyük taşkınlara maruz kalmış. Bu sebeple ciddi biçimde kasabaların ve tarlaların bulunduğu bölgeler setlerle korunuyor. Kasabalara giriş çıkışlar bile dev beton kapılar geçilerek yapılıyor. Taşkın halinde devasa kapılar kapanıyor ve zarar minimize ediliyor.

Fotoğraf: Taşkınlardan korunmak için inşa edilen dev kapılar
Bu arada hiç bahsetmedim, Donauradweg rotası üzerindeki yolların giriş kısımlarında da açılır kapanır barikatlar var. Bölgede yolun kullanılamaz olması halinde bu barikatlar kapatılıyor ki insanlar gidip geri dönmesin.

Mittelkirchen bölgesinden geçerken bir yol ayrımına geliyorum. Bu yol ayrımında R1'in nereden gittiğini gösteren bir tabela göremiyorum. Dahası, peşimden gelen bir grup insan da vardı, ben durunca onlar da durdular. Tuna'dan ayrıldığımızdan takip edebileceğimiz bir akarsu yoktu ve yanlış ilerlersek uzun bir süre fark edemeyebilirdik. Geriye döndük ve gizlenmiş bir R1 tabelasını farkettik ve hep beraber doğru yola girdik.

Yolun ovalık kısmında az önce bahsettiğim gruptan ayrıldım. Bir süre sonra hiç insan görmemeye başlamıştım. Öyle ki, neredeyse yarım saat canlı hiçbir şey göremez olmuştum. (Sonradan anımsadım, bir sincap görmüştüm.) Bir yandan da bir süredir açtım, yiyecek bir yer hatta bir market bile bulsam atıştıracaktım, ancak hiçbir şey bulamadım. Üzerinde "Zimmer Frei" (boş oda) yazan tek tük evler haricinde hiçbir yer yoktu. 60 km gelmiştim, ancak daha öğle yemeğimi yememiştim. Dayanamayıp son kalan gofretimi yedim.

Derken Dornach b.Grein'da ana araç yoluna bağlandığımız noktada bir restoran gördüm. Derhal girip bir şinitzel bir de buz gibi portakal suyu aldım ve hızlıca tükettim. Artık zindeydim. Tekrar yola çıktım.

Bu noktadan sonra uzun bir süre araba yolu, tren yolu, bisiklet yolu ve Tuna (hadi buna da su yolu diyelim) birlikte ilerlemeye başladık. Greinberg'de tren yolu oyunbozanlık yapıp bir ara ayrıldı bizden, ancak öğrendim ki istasyon içerideymiş. Greinberg çıkışında tekrar katıldı bize.

Fotoğraf: Greinberg'de Güneş saati (Sonnenuhr)
Greinberg çıkışından sonra  bisiklet yolu ile asfalt yol birleşiyor. Bisiklet için ayrılmış bir şerit mevcut ancak çok dar. Bu sebeple çoğu zaman araba yoluna çıkıyorsunuz. Buna rağmen, ne otomobiller, ne kamyonlar sizin için tehlike arzetmiyor, araçlar sizi kamyon sollar gibi solluyorlar, sıkıştırma gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil.

Bu noktadan sonra R1 nadiren ana yoldan ayrılıyor. Sarmingstein'da, Weins'de 1-2 kilometrelik kısımları tali yollardan (Treppelweg) ya da yerleşim yerinin içinden geçiyorsunuz. Buralardan geçilmesinden ötürü yolda bir uzama ya da yükselme/inme olmuyor.

Persenbeug'da ise bir hata yaptım. Yorgunluktan olabilir, levhayı kaçırdığımı düşünüyorum. Normalde ana yol ile birlikte gitmem gerekirken ben Tuna'yı takip ettim. Bir yerden sonra Tuna olduğu gibi geri döndü. Dolayısıyla bir yarımada dolaşmış gibi oldum. Yaklaşık 2 kilometreyi 5 kilometre şeklinde sürdüm. Bilginiz olsun.

3 kilometre sonra ise haritamda işaretlediğim Marbach an der Donau'ya gelmiş oldum. Burada bir kamp alanı var, internetteki bir çok kamp kaynağında burası hakkında bilgiler verilmiş. Okuduğum kadarıyla çadırlara izin verilmiyordu, ancak konuştuğumda müsaade edildiği bilgisini aldım. 12 €'ya 1 kişi  ve çadırı kalabiliyordu, üstelik kamp alanında WiFi mevcuttu ve çok temiz duş alanları bulunuyordu. Derhal ödedim ve yerleşmeye başladım. Marbach içinde açık bir market bulamadım ama çok güzel bir cafe buldum. Makarnasını tavsiye ederim.

Video: Çadırı kurarken...


Özetle, turun ikinci gününde 96 kilometreye yakın bir yol katederek Linz'den Marbach an der Donau'ya kadar geldim. Açıkçası bugün biraz yoruldum ancak duş alıp biraz uzanımca, karnımı da doyurunca kendime geldim. Aşağıda bugüne ait mapmyride kaydı ile günün özetini verebilecek bir video da bulunmaktadır.
Şekil: 2. güne ait rota ve Hız/İvme grafiği
MapMyRide 2. Gün



Video: 2. günün özeti


3. güne ait günlük yazısında görüşmek üzere...