4 Ekim 2015 Pazar

Tuna Nehri Bisiklet Turu - 2. Gün: Linz - Marbach an der Donau

Önceki yazımda da bahsettiğim üzere Passau'dan başlamış olan bisiklet turumun yaklaşık 97,5 kilometresini geride bırakmış ve Viyana'ya gireceğim ana kavuşacak olmanın heyecanıyla uyanmıştım. Bugün olmayacaktı bu kavuşma daha 200 km üzerinde yol vardı, ama olsun, oraya doğru ilerliyor olmak bile heyecanlıydı.

Viyana'ya kadar kalan yolu 3 günde almayı planlıyordum. Dolayısı ile 60 km ile 110 km arasında bir mesafede kamp alanı var mı diye araştırmıştım. Camping.info isimli site detaylı bir şekilde değişik coğrafyalardaki çadır kamplarını listelediğini gördüm. Benim ilk kamplı bisiklet turum olduğundan ötürü özellikle bir kamp alanında istemiştim ve aradığım kamp alanını 96 km uzakta, Marbach an der Donau'da bulmuştum. Artık hedefim de belliydi, kahvaltımı yapıp 8 gibi yola çıktım.

Linz'i geride bırakmam malesef çok kolay olmadı. Aslında biraz haritaya bakmamak istememden, biraz da geldiğim yoldan çevre yoluna çıkmamak istememden kaynaklandı bu sorun. Haritadan bakıldığında Tuna nehrinin Linz etrafından dolanarak güneye indiğini biliyordum. Dolayısı ile kuzeye giderek çevreyoluna çıkmak yerine şehrin ortasından doğuya giderek tekrar Tuna nehrine kavuşmayı umuyordum. Ancak öyle olmadı, bunun yerine bir sanayi bölgesiyle karşılaştım. El mahkum, tekrar kuzeye dönüp biraz da batıya yönelerek çevre yoluna doğru çıktım. Ancak amacıma da ulaşmıştım, şehre girdiğim yerden çıkmamıştım.

Çevreyolu yakınında tekrar Donauradweg'e, yani R1'e bağlandığımda artık yemyeşil çimenlerin arasından sürüyordum. Hatta öyle ki, uzun yol bisikletçileri ile gezi amaçlı bisiklet kullanıcılarının kullandığı yollar bile farklıydı, aynı yöne uzanıyor olmalarına rağmen.

Fotoğraf: Linz'den ayrılır ayrılmaz R1 üzerindeyim. Solda, yukarıda ise gezen bisikletlilerin daha düşük tempo ile sürüş yaptıkları ayrı bir bisiklet yolu mevcut.
Linz büyük bir şehir olduğundan yukarıda bahsettiğim sanayi bölgesi de epeyce büyük. Fabrikaların büyük bir kısmı malların kolay ve ekonomik transferi için ya tren rayları ile birbirine ve ana tren yoluna bağlı, ya da Tuna nehri kenarında. Bahsetmiştim, Tuna üzerinde gemilerle ciddi miktar yük taşınıyor. Bu sebeple yaklaşık 20 kilometre boyunca yolun güney kısmında epeyce fabrika görüyorsunuz. Bu kısımlarda nehrin güney kısmında sürmek pek mümkün değil, mümkün olsa dahi gereksiz.
Fotoğraf: Linz çıkışında bir süre devam eden fabrikalar
Yaklaşık 12 kilometre gittikten sonra arkasında Çek Cumhuriyeti bayrağı olan, bir baba-oğul ikilisine denk geldim. Babanın arkasında bir römork, bütün yükü kendisi çekiyor. Oğlunda ise 24 inçlik bir bisiklet var, babasının bir önünde bir arkasında pedal çeviriyor. Normalde seyir onlara göre birazcık hızlıydı, ancak gerek dinlenmek için, gerekse baba-oğulun bu keyifli zamanlarına tanıklık etmek için hızımı düşürdüm. Yarım saate yakın birlikte sürdük.

Fotoğraf: Çek baba-oğul keyifle pedallarken

18. kilometreye geldiğimde Donauradweg R1, nehirden ayrılıp bir anda kuzeye, St. Georgen an der Gusen'e doğru yöneldi. Bu noktadan sonra kasaba içerisinde sürmeye başlıyorsunuz. Bu öylesine bir sert ayrılıştı ki R1'de olduğumu gösteren tabelalar olmasına rağmen Abwinden'i geçer geçmez durup haritaya bir bakma ihtiyacı hissettim. 

Fotoğraf: Abwinden yakınlarında mola yeri
Hemen yukarıda bulunan fotoğrafta sarı kulübe benzeri bir yapı görüyorsunuz. İçinde büyükçe bir haç ve Meryem resimleri bulunan bu yapının bir adı var muhtemelen. Yol boyunca epeyce gördüm bunlardan, ama ne isim verilir bu yapılara, bilmiyorum.

Moladan sonra Tuna nehrinden bir miktar daha uzaklaştıktan sonra kendisiyle tekrar Mauthausen'da buluşuyoruz. Mauthausen'da bir mola daha veriyorum, aslında yorgun değildim, ancak hava sıcaklığından ötürü bulduğum cafelerden birinde soğuk kahve içmek istiyorum. Buzlu bir kahve istediğimi söylüyorum, ancak Eis kelimesi almancada hem buz, hem de dondurma anlamına geldiğinden servisi yapan eleman soğuk kahvenin içine atıveriyor dondurmayı. Kahve içinde yüzen dondurma ilk başta garip gelmesine rağmen yedikçe (ya da içtikçe, nereden baktığımıza bağlı) hoşuma gidiyor. Yanılmıyorsam 4 € gibi bir para verdim.

Bu arada şehirlerin dışında genellikle kredi kartı ile ödeme şansı bulunmuyor. Büyük diye aldanıp girdiğiniz çoğu restoranda dahi kredi kartı ile ödeme kabul edilmiyor. Bu kafede de kredi kartı ile ödeyemedim. Açıkçası şaşırdım bu duruma, ve özellikle yanıma yeterli miktarda Euro almış olduğum için şükrettim.

Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, Mauthausen'da büyükçe bir Tourist Information var, benim ihtiyacım yoktu o an için bilgi almaya, ancak yine de dışarıda asılı olan haritaya şöyle bir baktım.

Fotoğraf: Mauthausen Tourist Information
Yaklaşık 20 dakikalık molanın ardından tekrar yola çıkıyorum. Yol yine bildiğimiz yol: kaliteli asfalt, sağ tarafımızda Tuna, akıyoruz. Yaklaşık bir 15 km daha yemyeşil bir ortamda sürüyoruz.


Fotoğraflar: Mauthausen çıkışında yolun ve benim durumumuz

47. kilometreye geldiğimizde Hütting yakınlarında bisikletliler için mola yeri olarak hazırlanmış bir noktaya ulaşıyoruz. Büyük bir bilgilendirme haritası, masa sandalye grupları, soğu bir su kaynağı ve yiyecek-içecek satan bir büfeden oluşan bir nokta burası. Hemen suyumu tazeliyorum, elimi yüzümü yıkıyorum ve kendime geliyorum.

Bilgilendirme panolarında yakınlarda bulunan suya girilebilir noktalardan (Badesee) ve açıkhava müzelerinden (Freilicht Museum) bahsediliyor. Yaklaşık 96 km sürmeyi planladığımdan bu mekanlara uğrayamıyorum.



Fotoğraflar: Hütting yakınlarındaki mola yeri

Mola yerinden ayrıldığımızda Tuna 'dan da tekrar ayrılıyoruz. Rotanın bu kısmı bir ovadan geçiyor, Tur başlangıcındaki gibi kenarlarda tepeler yok artık, Viyana'ya kadar görmeyeceğiz. 

Bu bölge ova olduğu için geçmişte büyük taşkınlara maruz kalmış. Bu sebeple ciddi biçimde kasabaların ve tarlaların bulunduğu bölgeler setlerle korunuyor. Kasabalara giriş çıkışlar bile dev beton kapılar geçilerek yapılıyor. Taşkın halinde devasa kapılar kapanıyor ve zarar minimize ediliyor.

Fotoğraf: Taşkınlardan korunmak için inşa edilen dev kapılar
Bu arada hiç bahsetmedim, Donauradweg rotası üzerindeki yolların giriş kısımlarında da açılır kapanır barikatlar var. Bölgede yolun kullanılamaz olması halinde bu barikatlar kapatılıyor ki insanlar gidip geri dönmesin.

Mittelkirchen bölgesinden geçerken bir yol ayrımına geliyorum. Bu yol ayrımında R1'in nereden gittiğini gösteren bir tabela göremiyorum. Dahası, peşimden gelen bir grup insan da vardı, ben durunca onlar da durdular. Tuna'dan ayrıldığımızdan takip edebileceğimiz bir akarsu yoktu ve yanlış ilerlersek uzun bir süre fark edemeyebilirdik. Geriye döndük ve gizlenmiş bir R1 tabelasını farkettik ve hep beraber doğru yola girdik.

Yolun ovalık kısmında az önce bahsettiğim gruptan ayrıldım. Bir süre sonra hiç insan görmemeye başlamıştım. Öyle ki, neredeyse yarım saat canlı hiçbir şey göremez olmuştum. (Sonradan anımsadım, bir sincap görmüştüm.) Bir yandan da bir süredir açtım, yiyecek bir yer hatta bir market bile bulsam atıştıracaktım, ancak hiçbir şey bulamadım. Üzerinde "Zimmer Frei" (boş oda) yazan tek tük evler haricinde hiçbir yer yoktu. 60 km gelmiştim, ancak daha öğle yemeğimi yememiştim. Dayanamayıp son kalan gofretimi yedim.

Derken Dornach b.Grein'da ana araç yoluna bağlandığımız noktada bir restoran gördüm. Derhal girip bir şinitzel bir de buz gibi portakal suyu aldım ve hızlıca tükettim. Artık zindeydim. Tekrar yola çıktım.

Bu noktadan sonra uzun bir süre araba yolu, tren yolu, bisiklet yolu ve Tuna (hadi buna da su yolu diyelim) birlikte ilerlemeye başladık. Greinberg'de tren yolu oyunbozanlık yapıp bir ara ayrıldı bizden, ancak öğrendim ki istasyon içerideymiş. Greinberg çıkışında tekrar katıldı bize.

Fotoğraf: Greinberg'de Güneş saati (Sonnenuhr)
Greinberg çıkışından sonra  bisiklet yolu ile asfalt yol birleşiyor. Bisiklet için ayrılmış bir şerit mevcut ancak çok dar. Bu sebeple çoğu zaman araba yoluna çıkıyorsunuz. Buna rağmen, ne otomobiller, ne kamyonlar sizin için tehlike arzetmiyor, araçlar sizi kamyon sollar gibi solluyorlar, sıkıştırma gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil.

Bu noktadan sonra R1 nadiren ana yoldan ayrılıyor. Sarmingstein'da, Weins'de 1-2 kilometrelik kısımları tali yollardan (Treppelweg) ya da yerleşim yerinin içinden geçiyorsunuz. Buralardan geçilmesinden ötürü yolda bir uzama ya da yükselme/inme olmuyor.

Persenbeug'da ise bir hata yaptım. Yorgunluktan olabilir, levhayı kaçırdığımı düşünüyorum. Normalde ana yol ile birlikte gitmem gerekirken ben Tuna'yı takip ettim. Bir yerden sonra Tuna olduğu gibi geri döndü. Dolayısıyla bir yarımada dolaşmış gibi oldum. Yaklaşık 2 kilometreyi 5 kilometre şeklinde sürdüm. Bilginiz olsun.

3 kilometre sonra ise haritamda işaretlediğim Marbach an der Donau'ya gelmiş oldum. Burada bir kamp alanı var, internetteki bir çok kamp kaynağında burası hakkında bilgiler verilmiş. Okuduğum kadarıyla çadırlara izin verilmiyordu, ancak konuştuğumda müsaade edildiği bilgisini aldım. 12 €'ya 1 kişi  ve çadırı kalabiliyordu, üstelik kamp alanında WiFi mevcuttu ve çok temiz duş alanları bulunuyordu. Derhal ödedim ve yerleşmeye başladım. Marbach içinde açık bir market bulamadım ama çok güzel bir cafe buldum. Makarnasını tavsiye ederim.

Video: Çadırı kurarken...


Özetle, turun ikinci gününde 96 kilometreye yakın bir yol katederek Linz'den Marbach an der Donau'ya kadar geldim. Açıkçası bugün biraz yoruldum ancak duş alıp biraz uzanımca, karnımı da doyurunca kendime geldim. Aşağıda bugüne ait mapmyride kaydı ile günün özetini verebilecek bir video da bulunmaktadır.
Şekil: 2. güne ait rota ve Hız/İvme grafiği
MapMyRide 2. Gün



Video: 2. günün özeti


3. güne ait günlük yazısında görüşmek üzere...


26 Eylül 2015 Cumartesi

Tuna Nehri Bisiklet Turu - Passau'ya varış ve 1. gün (Passau - Linz)

Giriş

Daha önce yazmış olduğum yazımda da bahsettiğim üzere, uzun süredir yapmayı planladığım bir turdu, Tuna Nehri bisiklet turu. Kafamdaki bir sürü soru işareti ile birlikte başlama kararı aldığım bu tura ait notlarımı, benden sonra da benzer turu yapmayı düşünen kişiler için bu sayfalarda yayınlıyorum.Özetle, burada yazılanlar 25 Ağustos 2015'te Almanya, Passau'da başlayıp 28 Ağustos 2015'te Viyana'da sona eren turuma ait notlardır. (Planım Budapeşte'ye kadar gitmekti, neden gidemediğimi ilgili makalede yazacağım)
Keyifli okumalar.



Passau'ya ulaşım

Passau'dan başlatmayı planladığım turumun başlangıç noktasına gidebilmek için bisikletimi paketleyip 24 Ağustos 2015 tarihinde Münih'e gitmek üzere uçak biletimi satın aldım. Uçak ile bisiklet taşımak konusuna bu yazımda ayrıntılı olarak değindiğim için üzerinde durmayacağım.

Fotoğraf 1: Atatürk Havalimanında, kontuar sırasında


Münih havaalanına indiğimde kaçınılmaz olarak aklımdaki sorular bisikletimin tek parça inip inmediği ve ona nerede kavuşacağımdı. Öyle ya, normal valizlerin teslim edildiği bantlarda gelmesini bekleyemezdim.

Pasaport kontrolünü geçer geçmez girdiğim bagaj teslim salonunda ilk gördüğüm şey bisikletimin arabalarla bagaj teslim bandına getirildiği idi. Tek parça gördüğüm için çok sevinçliydim.


Fotoğraf 2: Münih Havalimanında, bisikletim beni beklerken

Münih havalimanından Passau'ya geçmek için tren yolculuğu yapmam gerekliydi. Tren ise Havalimanından değil, en yakın Freising istasyonundan geçiyordu. Nasıl gideceğimi ise kutumun üzerinde bulunan "Dikkat Bisiklet" yazan yazıyı gören bir Türk söyledi. Freising'e S-Bahn treni ile ya 635 numaralı otobüsle gitmek mümkün. Ben otobüs durağı yakın olduğu için otobüsü tercih ettim. Hatta terminal içerisindeki otomatik satış makinalarından Passau'ya kadar geçerli otobüs ve tren bileti aldım. Buradaki sistem gayet kolay. Makinaya nereye gitmek istediğinizi yazıyorsunuz, o da size gitmek istediğiniz yere kadar ihtiyacınız olan tüm otobüs ve tren biletlerini kesiyor. Entegrasyonu çok iyi sağlamışlar.

20 dakikada bir otobüs seferi mevcut. Dilerseniz en güncel orer tablosuna bu linkten erişebilirsiniz.


Fotoğraf 3: Stihl (Durak) 1'de 635 numaralı otobüsü beklerken

Henüz bisikletimi kurmuş olmadığımdan bisikletimi kutulu bir şekilde otobüse yükledim. Yeterince yer olup olmadığı konusunda şüphelerim vardı, ancak terminale sefer yapan bir otobüs olduğundan orta bölümde büyük valizler için ayrılmış bir bölüm otobüste mevcuttu. Bu nedenle sıkıntı yaşamadım.

Yaklaşık 25 dakikalık bir otobüs yolculuğunun ardından son durak olan Freising'e vardık. Bu esnada otobüste kendisi ile muhabbet ettiğim ve daha önceden benzer rotaları gercekleştirdiğini öğrendiğim alman asıllı bir yolcu bisikleti trenimin geçeceği perona kadar taşımama yardımcı oldu. Bisikleti bu ana kadar kurmamış olduğumdan açıkçası yardımın büyük faydası oldu. 


Fotoğraf 4: Freising Tren istasyonu


Şansıma trenimin gelmesine 3-4 dakika kala peronda olmuş oldum. Sağolsun bana yardım eden kişi farklı bir yöne gidecek olmasına rağmen bisikleti trene kadar taşımama yardım etti. Kendisine şükranlarımı dile getirdim.

Passau'ya giden trenler bölgesel tren olarak adlandırılıyor ve iki kısımdan oluşuyor: birinci sınıf ve ikinci sınıf kompartımanlar. Ben fiyat avantajından ötürü ikinci sınıf kompartımanı seçtim, ki aslında gayet rahat bir kompartıman olduğunu söyleyebilirim. İki katlı vagonlarda, elektrik prizinin de bulunduğu geniş koltuklarda yayıla yayıla bir yolculuk gerçekleştirdim.

Fotoğraf 5: Ben ve tüm yüküm trendeyken

Yolculuk boyunca iki şey çok ilgimi çekmişti. Birincisi, bisikletimi taşımama yardımcı olan Alman'ın anlattığı gibi, tüm nehirlerin iki yanında da bisiklet yolu olduğu ve insanların bu yolları sıklıkla kullandığıydı. Henüz Donauradweg'e ulaşmamıştım, ancak bu noktalarda bile gayet fazla sayıda bisiklet yolu olması ve insanların kullanması beni heyecanlandırmıştı. İlgimi çeken ikinci şey ise solar panel tarlalarının sayısıydı. Çok fazla sayıda solar panel kullanımı var, hatta bazı köylerde evlerin çatılarının gözükmediğini söylemek mümkün.

Fotoğraf 6: Solar panel tarlaları

Yaklaşık 2 saat süren tren yolculuğu ile Passau tren istasyonuna vardım. Burada kutunun artık ömrünü tamamlamaya başladığını düşündüğümden ötürü sürüklemeyi bıraktım ve bisikleti monte etmeye karar verdim. Kalacağım otele kadar bisikletle gitmeye karar verdim. Yola çıkmadan önce patladığını farkettiğim ön lastiğimin iç lastiğini değiştirdim ve gardan çıkıp caddeye doğru yöneldim. Tabelalar açıkça ne yöne gitmem gerektiğini bana söylüyordu.

Fotoğraf 7: Bu andan itibaren Tuna Bisiklet Yolu tabelasını bol miktarda görecektim

Passau'da birkaç otel var. Ben Rotel Inn isimli hotel/pansiyon kırması bir yerde konaklamayı tercih ettim. Tuna bisiklet yolunun tam başlangıcında ve nehrin kıyısında bulunan bu mekanda ortak kullanımlı banyolar var ancak bisiklet turu yapacaklar için oldukça lüks olabileceğini bile söyleyebilirim. Odalar küçük, hatta küçücük, ancak daha fazlasını aramıyorsunuz. Fikir versin diye yazıyorum, 30€'ya kaldım ve 6€ da kahvaltıya verdim. Kahvaltı hayli doyurucuydu.

Tura başlamadan önce Passau'yu birazcık dolaştım. Ne de olsa ertesi sabah erkenden yola çıkacak ve bir daha -en azından bu seferlik- görme şansı bulamayacaktım. Bu esnada gözüme takılanları sizlerle paylaşayım.

Fotoğraf 8: Her Yerde Bu elektrikli arabalardan görmek mümkün

Fotoğraf 9: Passau şehir meydanı

Fotoğraf 10: Tuna ile ilk buluşmam

Fotoğraf 11: Yorulduğumu bu fotoğrafı gördüğümde anladım

Fotoğraf 12: Yolumun ilk kilometreleri

Fotoğraf 13: Passau belediye binası (Rathaus)

Fotoğraf 14: Tuna ve yolcu motorları. Bu motorlarla Budapeşte'ye kadar gitmek mümkün

Video: München'den Passau'ya giderken

Turun 1. Günü

Sabah erkenden kalkıp 6€ karşılığında kahvaltımı yaptım. 6€ ortalamanın altında bir kahvaltı ücreti ve yeterli içeriğe sahip olduğunu söyleyebilirim. Buna karşın daha sonra yaptığım kahvaltılardaki gibi açık büfe değildi.

Saat 7:00 civarında otelden ayrıldım ve bisikletimi yüklemeye başladım. Daha önceden çadırımı ve matımı bisikletime bağlama tecrübesine sahip olmadığım icin bir süre doğru yükleme şeklini bulmak için uğraştım ve sonunda buldum.

Fotoğraf: Bisikletim yüklendi ve yola hazır

Yola çıkarken bugün içerisinde kaç kilometre yapacağıma ilişkin henüz karar vermemiştim. Öyle ki, Linz'e kadar olan yol yaklaşık 100 kilometreydi; yani normal şartlarda planıma göre bir gün için uzun, iki gün için kısa sayılabilecek bir mesafedeydi. Ben de böylelikle ilk gün nerede duracağıma yolda karar vermenin daha uygun olacağını düşünerek yola çıktım. Yorulursam 60 kilometre uzaktaki Aschach an der Donau'da, yorulmazsam Linz'de mola verecektim. Böylelikle Linz yazan tüm tabelaları takip etmeye başladım.

Fotoğraf: Passau'dan ayrılmadan hemen önce, üç suyun birleştiği Dreiflusseck yakınlarında


Passau'dan çıkar çıkmaz bir anne ve iki çocuğundan oluşan bisikletli konvoyuna denk geldim (daha sonradan böylelerini çok görecektim). Ne kadar şaşırdığımı anlatamam, o kadar hoşuma gitmişti ki. Bir müddet aynı ritimde beraber pedalladıktan sonra kendilerini geçtim. (Linz'de tekrar görecektim kendilerini.)

Donauradweg bir süre araba yolu ile paralel gittikten sonra bir noktada ana yoldan ayrılmaya ve Tuna nehri boyunca kendi yolunu çizmeye başladı. Artık yol sessizleşmişti, sadece tekerleğimin ve nehirdeki suyun sesinden başka bir ses duymuyordum. E tabi bir de, karşı yönden gelen bisikletlilerin selamlarından başka...

Tuna nehri üzerinde farklı noktalarda elektrik santralleri bulunuyor. Söz konusu santraller civardaki köylerin elektriğini üretmeyi üstlenmiş durumdalar. Jochenstein'da da bir tane elektrik santrali bulunuyor. Santral bisiklet yolunun yakınında olduğundan birkaç priz de bisikletlilerin kullanımı için yolun kenarına getirilmiş. Elektrikli bisikletlerin ve elektronik cihazların, cep telefonların şarj edilmesi için kullanılabilen prizlerin kullanımı tamamen ücretsiz. Böylelikle siz mola verip karnınızı doyururken demir atınız ya da telefonunuz da şarjını tamamlayabiliyor.
Fotoğraf: Ücretsiz elektrik istasyonu (Jochenstein)

Fotoğraf: Jochenstein'a adını veren taş

Donauradweg üzerinde yol boyunca neredeyse hiç haritaya bakma ihtiyacı duymadım. Bunun sebebi, her yerde bisiklet yolları için tabelaların ve her türlü yönlendirmenin bulunması. Öyle ki, güzelim memleketimizde otomobiller için yerleştirilen tabelalardan daha fazlası, daha anlaşılır bir biçimde bisiklet yollarında bulunuyor. Hangi yönde varacağınız noktaya kaç kilometreniz kalmış, görebiliyorsunuz. Ben, yol boyunca R1'i (Eurovelo 6'yı) takip ettim.

Fotoğraf: Yol boyunca yardımcı olan tabelalar

Passau'dan ayrıldıktan hemen sonra sol tarafınız Almanya, sağ tarafınız ise Avusturya olacak şekilde ilerlemeye başlıyorsunuz. Bu durum bu şekilde 25 kilometre -belki daha fazla da olabilir- devam ediyor. Nehrin karşı kıyısına geçmek içinse maalesef pek köprüye denk gelemiyorsunuz. Bunun yerine düzenli aralıklarla, 3-4 kilometrede bir, iskeleler bulunuyor. Bu iskelelere yanaşan ve bisikletinizi sürerek üzerine binebileceğiniz botlar yerine göre 1-2 euro karşılığında sizi karşı kıyıya kadar atıyor. İskelede bot yok diye üzülmeye gerek yok, kenarda duran zili iki-üç kez çaldığınızda bot bir yerlerden çıkıp hemen geliyor yanınıza.

Fotoğraf: Bisikletle binebileceğiniz botların yanaştığı iskele 

Nehrin iki tarafında da bisiklet yolu olmasından ötürü çoğu zaman "acaba karşısı daha güzel mi?", "kaçırdığım birşeyler var mı?" diye sorup duruyorsunuz kendinize. Bu nedenle yolun size neler getireceği birazcık şansınıza ve verdiğiniz kararlara bağlı. Ancak bu güzel birşey, çünkü Tuna nehrinde bir tur daha yapma ve farklı yerler görme imkanınız var.

Passau'dan ayrılıp yaklaşık 40 kilometre yol katettikten sonra Schlögen yakınlarında karnımın iyiden iyiye acıktığını hissettim ve karnımı doyurmak için fırsat kollamaya başladım. Derken Schlögen'de güzel bir restoran gördüm ve karşı kıyıya geçme kararı aldım. Tabii ki botlar da oradaydı.

Fotoğraf: Nehrin karşısına geçmenize yardımcı olan botlardan biri

Fotoğraf: Bisikletim de bota bindi tabii ki
Karnımı Schlögen'de doyurduktan sonra bu sefer nehrin güney kıyısından sürmeye devam ettim. Nehrin iki yakasındaki yol kalitesinin de aynı ve üst seviyede olduğunu doğrulamış oldum böylelikle. 

Fotoğraf: Nehrin güney yakasına ilk geçişim
Yolun Schlögen'den sonraki kısmının yeşilin çok daha koyu tonlarını size sunduğunu söyleyebilirim. Yolun Linz'e kadar olan kısmında gördüğüm kadar sık yeşili turun geri kalanında görmediğimi düşünüyorum. Çok huzurlu bir etaptı doğrusu.

Aschach'a yaklaşırken ciddi bir yağmura yakalandım. Aslına bakarsak, serinlik gerçekten iyi gelmişti. Bir süredir 25 kilometre ortalama hızın üzerinde seyrettiğimden bir miktar hararet yapmıştım. Yağmur ise serinlememe yardımcı olmuştu. Rüzgar olmadığı için de üşütmemişti.

Aschach'a girdiğimde hem biraz dinlenmek için, hem de içecek tedarik etmek amacıyla ilçe merkezinde market aramaya başladım. Yeri gelmişken söyleyeyim. Avusturya'da Billa ve Spar bizim BİM ve Şok'lar gibi, her yerde mevcutlar. Uygun fiyatlı ve genelde aradığınızı bulabildiğiniz, süprizlerle karşılaşmadığınız alışveriş zincirleri bunlar. Spar bir kalite daha yukarıda gibi geldi bana. Kendisi Almanya'da da faaliyet gösteriyor. Ben tabelasını gördüğüm her yerde genelde durup su/içecek/gofret almaya özen gösterdim. Bir yerden sonra tabelasını gördüğünüz her yerde yoldan çıkmaya başlıyorsunuz zaten. Logoları da vereyim, göz aşinalığınız olsun.

Marketten aldığım gofret ve içeceği tükettikten ve suyumu tazeledikten sonra Linz'e doğru kalan 28 kilometremi de katetmek için tekrar yola çıkıyorum. Bir müddet daha güneydeki yoldan devam ettikten sonra karşılaştığım bir amca bana yolun ileride bozulacağını, bir şekilde kuzeye geçmemin mantıklı olduğunu söyledi. Karşıya geçmenin yolunu ararken amcanın neden öyle söylediğini öğrendim. Yolun güney tarafında bisiklet yolu iyileştirilmesi ve balıkların yumurtlayabilmesi için mekan oluşturulması amacıyla büyük bir rehabilitasyon çalışması başlatılmış. Yol buralarda birazcık bozulmaya başlamıştı ki, karşıya geçmenin bir yolunu buldum. Drahtseilbrücke! 3€'ya karşıya geçebiliyorsunuz.



Fotoğraflar: Ottensheim - Ufer arasında çalışan, dizel motor ve çelik halatlar ile kontrol edilen katamaran yüzer köprü

Yaklaşık 1 saat sonunda R1 yolunu takip ederek Linz'e vardım. Linz'e kadar olan kısmı kalabalık bir kafile ile birlikte sürdüm, kısa muhabbetler eşliğinde. Bu arada Linz'e birkaç kilometre kala yol bir miktar içeri/dışarı geçiyor; bu nedenle dikkatle bisiklet yolu tabelalarını takip etmek zorundasınız. Dalgınlıkla kaçırırsanız geri dönmeniz gerekebilir.

Akşam çok geç olmadan vardığım için otele yerleşip hızlıca bir duştan sonra halen insanlar dışarıdayken Linz'i gezme fırsatı bulabildim. Gezi sonunda da güzel bir İtalyan restoranında lezzetli bir makarna ile kendimi ödüllendirdim.

Kaldığım otel ile alakalı bilgi de vereyim: Hotel zum schwarzen Bären isimli otelde kaldım. Şehrin tam merkezinde, her yere yakın bir oteldi ve çok temizdi. Fiyatları ortalamanın üzerinde olsa da özellikle kahvaltısının gayet doyurucu olduğunu, bisikletinizi saklamak için garajları olduğunu ve gayet güleryüzlü personele sahip olduğunu söyleyebilirim.

Video: Passau - Viyana Bisiklet turu 1. gün


Son olarak, mapmyride kaydımı da sizler ile paylaşayım:


MapMyRide Kaydı - Passau - Linz

Turun ikinci gününe ait günlük yazısında görüşmek üzere...




2 Eylül 2015 Çarşamba

Uçak ile Bisiklet Taşımak

Giriş

Tuna Nehri Boyunca yapmayı planladığım bisiklet turunun bana kalırsa en önemli kilometre taşlarından birisi bisikleti sağ salim Almanya'ya kadar götürmekti. Ne de olsa bisikletin üzerine bindikten sonra kilometreler devrilirdi, ancak bisiklet uçak ile nasıl taşınırdı, bu tamamen yabancı olduğum bir konuydu.

Konu ile ilgili Türk Hava Yolları web sayfasında, İngilizce, Almanca, Türkçe blog ve gezi sayfalarında uzun uzun araştırmalar yaptım. Türk Hava Yolları'nın çağrı merkezini de aradım ve yetmedi, Havalimanına gidip direkt check-in kontuarından bilgi aldım. Birilerinin işine yaraması amacıyla da bu sayfada derlemek istedim.

Öncelikle, internette yerli pek kaynak olmamakla birlikte epeyce yazılmış yazı mevcut. Bu yazıların içeriğine baktığımızda genelde detaylı bilgi bulunmuyor, daha çok insanlar başlarına gelmiş kötü olayları paylaşmışlar. Çizilmiş/kırılmış kadrolar, kayıp parçalar, eğrilmiş jantlar ve daha niceleri... Yazının bu kısmı moralinizi bozmasın lütfen, okumaya devam ediniz.

İşlemlerin nasıl gerçekleştiğine ilişkin bilgileri vermeye başlamadan önce şunu da söylemeliyim ki, havayolu şirketlerinin kendi çalışanları dahi bisiklet hangi şartlarda taşınır, ücreti nedir gibi konularda bilgi sahibi değiller. Çağrı merkezindeki çalışanlar direkt bisikletin ağırlığını sorup kilogram başına 7€ alınacağını söyleyip 20 kiloluk paketin 140€ edeceğini söylüyorlar. Bu konudaki en bilgi sahibi kişiler, check-in kontuarındaki çalışanlar ve onların supervisor'ları...

Ben, tur başlangıç noktama Türk Hava Yolları ile uçtuğumdan örneklerimi bu havayolu üzerinden vereceğim, lakin çoğu havayolu da benzer kurallar/fiyatlar uyguluyor.

Öncelikle THY Bagaj Kuralları sayfasında spor aletlerine ilişkin bölümde bisikletlerin spor malzemeleri kategorisinde olduğu belirtiliyor. Uçacağınız lokasyona göre ne kadar ödeyeceğinizi net bir şekilde buradan öğrenebiliyorsunuz. Bu sayfaya göre Istanbul - Münih uçuşu için bisikletime 30€ ödeyeceğimi öğreniyorum.

Nasıl Paketlemeli

Bisikleti bagaja olduğu gibi veremiyoruz haliyle, kapalı ve dağılmayacak bir paket halinde vermek gerekli. Bunun birkaç yolu var: birincisi, bisiklet taşıma çantası satın almak, ki bu maliyetinden ötürü tavsiye etmekte güçlük çekeceğim bir yöntem. Fiyatları 150€'lardan başlayan bisiklet çantalarını kullandığınız durumda bisikletin sağlıklı bir şekilde indiğiniz yere varacağını garanti edebilirsiniz belki; ancak gittiğiniz noktada tura başlayacaksanız o pahalı kutuyu ne yapacağınız sorusu sizi bekliyor olacak.

İkinci bir yöntem, benim kullandığım yöntem: bir yerel bisikletçiye gidip kadronuza uygun boyda bir karton bisiklet kutusu istersiniz ve bisikletinizi parçalarına ayırıp bu kutuya yerleştirirsiniz. Bu kutuların içerisinde sıfır bisikletlere ait polistiren köpükler de olduğundan kadronuzu bunlarla kaplayabilir ve zarar görmesini engelleyebilirsiniz. Çoğu durumda ön tekeri, pedalları çıkarıp gidonu yan çevirmeniz, seleyi de sonuna kadar indirmeniz yeterli olabilir. Bununla birlikte, benim gibi bir şehir bisikletine sahipseniz çok büyük ihtimalle arka tekeri, gidonu ve seleyi de sökmek durumunda kalacaksınız.

Bu yöntemde en önemli hususlardan birisi, bisikletçiden bisikletinizin boyutuna uygun bir kutu istemek. 28 inçlik bir bisiklet için 26 inç bisiklet kutusu talep ettiğinizde oldukça zorlanabilirsiniz. Bir diğer husus ise, dağıttığınız parçaları kutuya koyarken onları birbirine sabitlemek. Bu sayede kutu bir şekilde dağılsa dahi parçalar birbirlerine bağlı olduklarından dağılmayacak/kaybolmayacaktır. Ben bağlamak için plastik kelepçeler kullandım, alternatif olarak koli bandı da kullanılabilir. Son olarak, check-in kontuarına gelmeden koliyi sıkı sıkıya koli bandıyla sarmamanızı tavsiye ederim, zira kontrol esnasında kutuyu açtırabilirler, ya da kutu içerisindeki boşluklara birşeyler yerleştirmek isteyebilirsiniz -örneğin uyku tulumu, kask, ufak tefek çantalar-. Bu nedenle yanınızda koli bandı bulundurun. Bu arada paketin üzerine mutlaka adınızı, soyadınızı silinmeyen bir kalemle de yazın.

Son olarak kullanılan yöntem ise havaalanında bisikleti parçalarına ayırıp streç film ile kaplamak. Evet, yanlış duymadınız; bu yöntemi kullanan insanlar var ve hatta daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Şekilden bisiklet olduğu anlaşıldığından ve biçimsiz olduğundan daha dikkatli taşındığı ve uçak içerisinde daha güzel sabitlendiği belirtiliyor.

Ne kadar özenseniz de havacılık için ne derler, bilirsiniz: "There is no safe packaging on aviation" Yani tüm özeninize ve dikkatinize rağmen bisikletiniz hasar alabilir, ancak bu konunun bisiklet için değil, tüm malzemelerimiz için geçerli olduğunu unutmayın.

Fotoğraf 1: Bisikletim ve diğer yüklerimle kontuar önünde...

Demontaj ve paketleme ile ilgili ihtiyacınız olabilecek malzemeleri yazmaya çalışayım:
  1. Pedallar için 15 anahtarı, (sol taraftaki pedal normalin tersi yönünde (saat yönünde) sökülür, unutmayın)
  2. Gidon için alyan anahtarı seti
  3. Koli Bandı
  4. Bolca Polistiren köpük (genelde kutudan çıkar)
  5. Plastik Kelepçe (malzemeleri birbirine sabitlemek için)
  6. Yankeski (indiğinizde plastik kelepçeleri sökmek için) 
Buradaki linkte de ek bilgiler mevcuttur. Okumanızı tavsiye ederim.

Ödeme ve Teslim Etme

Benim aklımdaki en önemli soru "e ücret 30€ da, bunu nerede ödüyoruz?" olmuştu. Olayın akışını kısaca size anlatayım.
1. Yolcu kontuara bagajları ile birlikte gider. (Mümkünse uçuştan 2,5-3 saat önce terminalde olmaya bakın)
2. Kontuar'da normal olarak alınabilecek bagajlar varsa etiketlenir, alınır. Bisiklet ise uçağa yük bilgisinin ulaştırılabilmesi için tartılır, ardından kontuardaki görevli tarafından "Excess baggage" formu düzenlenir. (Bu formda "bisiklet/bike" ibaresinin bulunduğuna emin olun.)
3. Alınan form ile THY satış gişesine gidilir. Excess Baggage kuyruğundan numara alınır (İstanbul Atatürk Havalimanında vardı, başka bir yerde olmayabilir) sıra gelince bisiklet ücreti ödenir.
4. Buradan alınan ödeme dekontu ile check-in yapılan kontuara geri dönülür, yeniden sıraya girmenize gerek yoktur.
5. Bisiklet kutunuzun üzerine bagaj etiketleri ve bisiklet olduğuna ilişkin etiketler yapıştırılır.
6. Son olarak bisiklet kutusu "büyük bagajlar/bulky luggages" bölümüne teslim edilir. Atatürk Havalimanı'nda bu A kontuar sırasındaki asansör benzeri bir arabadır. Başka havalimanlarında bu iş için bölümler vardır. Bu noktalara direkt teslim edebilirsiniz.


Fotoğraf 2: Havaalanındaki "Büyük Bagajlar" işareti


İşte, tam da bu noktada üzerinizden bir yük kalktığını farkedersiniz. Terminali rahat rahat gezme vakti gelmiştir.

Teslim Alma

"E peki, bisikleti teslim ettik, nereden teslim alacağız?" sorusu da uçaktan inince aklımı kurcalıyordu. Bu sorunun cevabı oldukça basit: Görevliler bagajların dağıtıldığı konveyörlerin oraya kendileri getiriyorlar. Açıkçası Münih'e indiğimde bisiklet benden ve diğer bagajlarımdan önce çoktan gelmiş, beni bekliyorlardı. 

Fotoğraf 3: Bisikletim ve diğer yolcuların büyük bagajları biz pasaporttan geçmeden gelmişlerdi



15 Ağustos 2015 Cumartesi

Donauradweg - Bir Tuna Yolu Serüveni Başlıyor

-Günlüklerim-

Bu yazıyı yazdıktan sonra turu gerçekleştirdim, ve aşağıdaki günlük yazılarını yazdım. Dilerseniz onları da okuyabilirsiniz:
1. Gün: Passau - Linz
2. Gün: Linz - Marbach an der Donau
3. Gün: Marbach an der Donau - Zwentendorf

Giriş

Bu yazıda, uzunca bir süredir hayalini kurduğum, şimdilerde ise bir an önce yoluna düşmek için sabırsızlandığım bir turdan bahsedeceğim sizlere: Donauradweg, ya da türkçe karşılığı ile Tuna Nehri Bisiklet Yolu turu!

Nedir Donauradweg?


Donauradweg Avrupa'da bulunan şehirlerarası 70.000 kilometrelik bisiklet yolu rotalarından biri diyebiliriz. Tuna Nehri boyunca bulunan tüm büyük şehirlerden geçtiğinden ötürü biraz da popüler olmuş diyebiliriz. 

Bilindiği üzere Tuna nehri Almanya'nın Donaueschingen kasabasında iki nehrin birleşmesi ile meydana gelmekte ve 10 farklı ülkeden geçerek 2400 kilometre sonunda Karadeniz'e dökülmektedir.

Bisiklet yolu da nehirle aynı güzergahta ilerlemektedir. Nehir akışını takip ettiğimizden ötürü tahmin edebileceğiniz gibi eğim çok fazla değişmemekte; akış yönünde gittiğiniz taktirde çoğunlukla iniş yapıyorsunuz, ancak hissedilebilir bir iniş olduğunu düşünmüyorum. Bununla birlikte rota dışına çıkmayacaksanız ciddi bir tırmanış da görünmüyor.

Birkaç etapa bölünmüş olan Donauradweg hakkında sayısız kitap ve web sayfası bulunmaktadır. Bu kaynakların önemli bir kısmı Almancadır. Kitapları Türkiye'de bulmak neredeyse imkansız, ancak amazon üzerinden satın alma gibi bir seçenek gözden geçirilebilir. Bununla birlikte rota üzerindeki bütün yerleşim yerlerindeki kitapçılarda bu kitaplar bulunabiliyor.

Planlarım neler?


Tuna Nehri Bisiklet Turu ilk yurt dışı tur deneyimim olacağından ve zaman kısıtım olduğundan rotanın yalnızca bir kısmını tamamlamayı planlıyorum. Aşağıda rotayı görebilirsiniz:

Şekil: Planlanan rota

Görebildiğiniz üzere, planım Passau'dan başlayarak sırasıyla Linz, Viyana ve Bratislava'dan geçerek Budapeşte'ye ulaşmak. Bu da 4 farklı ülke demek: Almanya, Avusturya, Slovakya ve Macaristan. Tabi yolda karar değiştirerek rota üzerinde bir miktar oynamalarda bulunabilirim, ancak çok büyük sapmalar olacağını düşünmüyorum. Ayrıca Viyana'da fazladan 2 gün daha bulunmayı, dinlenmeyi ve aslında daha çok şehri gezmeyi amaçlıyorum.

Peki ya konaklama?


Rota popüler bir rota olunca bu işin turizmi de ekonomik olarak bir hayli gelişmiş bulunuyor. Rota üzerinde sayısız kamp alanı, bisikletliler için dinlenme alanları, bisiklet tamircileri ve bakım alanları bulunuyor. Ben de rota boyunca adını saydığım büyük şehirler haricinde kaldığım her yerde çadır kamplarında bir çadırda kalmayı planlamaktayım. Bahsettiğim kamp alanlarının bir çoğunda elektrik, sıcak duş, kahvaltı ve benzeri imkanlar bulunmakta, kiminde Wi-Fi bile mevcut.. 

Aslında çok fazla kamp deneyimim bulunmuyor. Bu konuda yorum kısmında tavsiyelerinize başvurabilirim. Avrupa bu aralar ne kadar soğuk olur, 15C koruma sınıfına sahip uyku tulumları yeterli olur mu gibi sorulara cevaplar aramaktayım.

Bunun dışında büyük şehirlerde de otellerde kalarak rahatlamayı ve yanımdaki eşyaları temizlemeyi umuyorum.

İletişim


Daha önce her yurt dışına çıkışımda yaptığım gibi, girdiğim ülkelerden prepaid SIM kart alarak iletişim problemimi çözmeyi planlıyorum. Ancak ülkeler arası gezeceğimden EU kapsamında geçerli hat bulabilme konusunda endişelerim var. Bilgisi olanlar beni bu konuda da bilgilendirebilir.

İmkan bulursam bu sayfadan her gün günlük yazmaya gayret göstereceğim. Bununla birlikte sevenlerimin beni canlı olarak takip edebilmesi için iki farklı uygulama kullanmayı planlıyorum. Biri hepimizin bildiği MapMyRide. Diğeri ise iOS cihazlar için kendim geliştirdiğim, daha az şarj tükettiğini düşündüğüm bir uygulama. Aşağıda örnek bir rota linkini bulabilirsiniz:


Telefon şarjı konusunda da taşınabilir bir şarj cihazı ile birlikte dinamodan telefon şarj etmemi sağlayacağım kendi üretimim devreyi kullanacağım. Önceki versiyonunu bu yazımda anlatmış olduğum devreyi iyice geliştirdim. Detaylarını ve yoldaki performansını da turdan döndüğümde anlatmayı planlıyorum.

Kapanış


Özetle, önümüzdeki hafta yukarıda bahsini ettiğim tura çıkmayı planlıyorum. İnanıyorum, güzel bir tur beni bekliyor. Döndüğümde tüm deneyimlerimi elimden geldiğince, fotoğraf ve videolar ile sizinle paylaşacağım kısmetse. 

Tura çıkmadan önce ve turdayken yapacağınız önerilerin ve tavsiyelerin de büyük katkısı olacaktır, şimdiden yorumlarınız için teşekkür ediyorum. 

31 Mayıs 2015 Pazar

İstanbul, Kuzey Gezisi

Başlarken...

Bugüne kadar bisikletimi değişik coğrafyalarda, birbirinden muhteşem doğa harikalarının huzurunda sürmüş, deneyimlerimi de sizlerle yine bu sayfalarda paylaşmıştım. Buna karşın, bisikletimi aldığım günden beri aklımda olan bir fikirdi, İstanbul'un kuzeyini pedallamak, yeşile İstanbul'da doymak. Sonunda geçtiğimiz hafta (23 Mayıs 2015) uygun bir vakit buldum ve kendime benzettiğim arkadaşlarımı da beraberime katarak (Emrah Abi, Murat Abi) yola çıktım. Bu yazıda sizlerle tecrübelerimizi paylaşacağım. Yazının en altında Mapmyride GPS kayıtlarını ve bir de tur özet videosu bulunmaktadır. Vaktiniz yoksa okumayıp doğrudan videoya da geçebilirsiniz.

İyi okumalar...

İstanbul, Kuzey Gezisi


Güzergahımız kabaca belli olmakla birlikte tam olarak netleşmiş değildi, bir tek çıkış noktamız ile varmak istediğimiz nokta belli idi (ki o noktaya varamadan dönmek durumunda kaldık, ileride değineceğim) Arabalara yüklediğimiz bisikletleri Büyükçekmece'ye kadar taşıyacaktık, Büyükçekmece'den sonra da onlar bizi taşıyacaktı. Varmak istediğimiz yer ise Karacaköy yakınlarındaki Ormanlı Köyü idi. Google bize aşağıdaki güzergahı çıkarıp aşağı yukarı 50 km yol katedeceğimizi söylüyordu.

Şekil: 50 km'lik Büyükçekmece Ormanlı rotası

Sıkıntısız bir şekilde Büyükçekmece'ye vardıktan sonra tarihi Mimarsinan Köprüsünün doğu kıyısından ayrılarak köprüyü geçip turumuza başladık.

Tepecik mevkiinin yakınlarına gerçekleştirilen çalışmalardan ötürü trafik dar bir şekilde gidiş geliş şeklinde sağlanıyormuş, buna karşın şaşırtıcı şekilde kamyon şoförleri de dahil olmak üzere hemen herkes bizi sıkıştırmadan sakin sakin geçtiler yanımızdan. Yine de dikkati elden bırakmadan sözkonusu 1-2 kilometrelik yolu dikkatle geçtik.

Sıkıntısız bir şekilde ilerliyoruz derken, Ahmediye'yi henüz geçmiştik ki günün ilk mecburi molasını vermek zorunda kaldık. Emrah abinin tekerine yaklaşık 8 cm uzunluğunda bir çivi girmişti. Yanımızda yedek lastik ve yama seti olmasına, ve elimizin de aslında alışık olmasına rağmen yaklaşık 45 dakika kaybettik o mevkide. (bu kayıp zamanın kıymetini daha sonra anlayacaktık)

Fotoğraf: Emrah Abi'nin bisikletinin çivi ile imtihanı

Fotoğraf: Zorunlu molamıza ev sahipliği yapan kardeşimizle birlikte
(doktorluğunu da görürüz inşallah)

Zorunlu molamızın hemen ardından tempomuza yeniden kavuşuyoruz ve çok hızlı bir şekilde Çatalca'ya varıyoruz. Buraya kadar ciddi bir rampa yok, çok çok az bir eğim var, hissetmiyorsunuz bile.

Çatalca'da en yakın markete girip erzak depoluyoruz: olmazsa olmazlarımız Metro, soda, su ve birkaç paket ıslak mendil. Bu arada beni alerjik hapşırık tutuyor ve Akalan'ı geçinceye kadar (2 saat kadar) geçmiyor. Şadırvanını kullanmak için girmediğimiz cami kalmadı sanırım yol üzerinde.

Fotoğraf: Çatalca'daki planlı molamız esnasında

Planlı moladan sonra Google haritalarının bize başlangıçta sunduğu plana uyup Çatalca, İnceğiz, Subaşı güzergahını takip ettik. Ancak Subaşı'na vardığımızda artık bizi bir yol ayrımı bekliyordu; ya kestanelik tarafından ya da Akalan tarafından tepeleri tırmanmamız gerekecekti. Aslında tur da tam olarak burada başlıyordu diyebiliriz.

Yine alerjik hapşırmalardan kaynaklı verdiğimiz bir cami molasında cami imamı ile karşılaştık ve kısa bir muhabbetten sonra güzergah ile alakalı sorularımızı yönelttik. Aldığımız cevaba göre Akalan'da sağlam tek bir rampa, sonra iniş, kısmi çıkışlar vardı. Kestanelik tarafından gidersek ise daha çok tırmanıp inecektik. (şimdiden belirteyim, diğer taraftaki rampaları da gördüm, Akalan doğru tercih olmuş)

Akalan'dan ilerleme konusunda fikir birliğine vardıktan sonra yola koyulduk. Gerçekten de sağlam bir rampa bizleri bekliyordu burada. Hatta küçük bir kısmını yürüyerek çıktığımı itiraf etmek zorundayım. Lakin tırmanıştan sonrası gerçekten çorap söküğü gibi geldi. Ufak tefek zincir atmaları dışında sıkıntısız bir şekilde sürüşümüze devam ettik.

Fotoğraf: Akalan rampası sonunda dinlenme molası

Akalan'ı geçtikten sonra sırasıyla Kalfaköy ve Başakköy'den geçerek yiyecek birşeyler bulabileceğimizin tavsiye edildiği Çiftlikköy'e doğru yöneldik. Bu arada, Kalfaköy'de çok güzel bir çeşme bulunuyor; sundurma altında birkaç çeşmeden soğuk, buz gibi sular akıyordu. Bize gerçekten çok iyi geldiğini söylemeliyim. Ayrıca Kalfaköy Başakköy arasında bolca odun kömürü üretim alanı görebiliyorsunuz.

Çiftlikköy tarafına vardığımızda artık çok acıkmıştık. Birşeyler yemek için yol kenarında denk geldiğimiz "Ali Baba Restaurant"ta durduk. 42 kilometre bisiklet sürdükten sonra kesinlikle tam olarak ihtiyacımız olan yerdi burası; hamak keyfi, etrafta koşturan civcivinden tutun da tavşanına kadar çeşit çeşit hayvanlar, sessizliği delen rüzgarın ezgisi bizi tam olarak dinlendirdi. Hele ki bir manda yoğurdu geldi ki masaya, koca bir kabı ne zaman bitirdik anlamadım -ki ben normalde süt ve süt ürünlerinden hoşlanmam. Yörede bolca bulunuyor bu yoğurt bu arada.

Fotoğraf: Mola Yerimiz

Saat 17:30 gibi artık ayrılma vakti gelmişti bu keyifli mekandan. Bu seferlik Ormanlı Köyü'ne gitmekten vazgeçiyorduk, En geç saat 10:00'da Yenibosna'da olma zorunluluğumuzdan ötürü zaman sıkıntımız vardı çünkü. "Bir sonraki sefere" diyerek geri dönüş yolunu tuttuk.

Geri dönerken bu sefer diğer yolu, Kestanelik yolunu deneyelim dedik. Kestanelik yolu Kalfaköy'de ayrılıyor ve daha doğudan tepeleri aşıyor. Tahmin ettiğimiz üzere, gelirken orayı kullansaydık daga az eğimli, ama çok daha uzun bir tırmanış gerçekleştirecektik.

Kestanelik'ten çıkmak üzereyken iki adet alman bisikletli ile karşılaşıyoruz. Kendileri bizim planladığımız rotanın tam tersini yapmak üzere yola çıkmışlar. Bisikletleri uçağa atıp İstanbul'a gelmişler, buraları gezip bisiklet ile memleketlerine geri döneceklerini söylediler. Yolları açık olsun.

Tekrar Çatalca yoluna girdiğimizde artık yorgunluk belirtileri göstermeye başlamıştı. Tam da bu esnada kendini bilmez 78 plakalı bir Tofaş'ın sürücüsü ve şakacı arkadaşları beni sıkıştırıp böğürerek kendilerince eğlenmek istediler. İlginç bir eğlence anlayışı tabi. Hızım yüksek olduğundan ciddi bir kazaya sebep olabilirlerdi ama yine de leke süremediler bu güzel güne.

Istırancalar'ın önünden geçerken artık akşam olmuş, araç trafiği de sıklaşmaya başlamıştı. Neyse ki sıkıntı çıkmadan, saat 21:15 civarında Büyükçekmece'ye vardık. Artık tek hedefimiz, bisikletleri arabaya atıp saat 10:00'dan önce Yenibosna'da olmaktı, ki bunu da gerçekleştirdik.

Özetle:

Bugün toplam yaklaşık 90 km bisiklet sürdük, bunun 43 km'si gidiş, 47 km'si ise dönüş yolu idi. Yollar genel olarak fevkalade idi, asfalt kalitesi yurdumun %90'ından iyidir sanırım. Çoğu zaman dikişsiz, tek parça asfaltta bisiklet sürdük. Maksimum hızımızı Dağyenice'ye inerken yaptık, 68 km/h.

Manzara genel olarak muhteşem; İstanbul sınırlarında kilometrelerce sürüp beton görmemek gerçekten keyif verici. Özellikle göle yaklaştıkça duymaya başladığım bazı kuş sesleri tarif edilmezdi.

Aşağıda Turun özeti video ve MapMyRide kayıtları bulunmaktadır.

Video: Turumuzun özeti


Şekil: Gidiş Yolu, Rota ve yükseklik çizelgesi

Şekil: Dönüş Yolu, Rota ve yükseklik çizelgesi