1 Kasım 2014 Cumartesi

Alanya - Kaş Turu 4. Gün - Beldibi Olimpos

3 Eylül sabahı, önceki günler olduğu gibi, erkenden uyanarak başladık güne. Geceden bisikletlerimizin bakımını yapmıştık, bu sebeple sabah bisikletlerimizi kısa bir kontrolden geçirdikten sonra Beldibi'ndeki otelimizi arkamızda bıraktık. Planımız aşağıdaki rotayı gün içerisinde (mümkünse öğle vaktini çok geçmeden) tamamlamaktı:


Şekil 1: Beldibi - Olimpos Rotası (MapMyRide Kayıtları makalenin sonundadır)


Düne kıyasla bomboştu haliyle sokaklar; sabahın köründe yalnızca otellere personel taşıyan servislere ve ekmek taşıyan araçlara rastladık. Hava pek bir keyifliydi.

Ana yola çıkmaktansa turizm yolu olarak tabir edilen, otellerin önünden geçen yoldan gitmeyi seçtik. Böylelikle Göynük'ün de içinden geçebilecektik. Ortalama hızımız düşük bir biçimde, daha çok geziyormuş gibi bu yolu aldık.

"İyi ki Göynük içerisinden geçmişiz" dedik kendi kendimize; zira Göynük'ün bu kadar güzel olduğunu tahmin etmiyorduk ikimiz de. Yeşillikler içerisinde bir yer tam olarak.Tam sabah koşusu yapmalık diye içimizden geçirirken yerli/yabancı birkaç koşucu gördük. Elimizden geldiğince hepsine selam vermeye çalıştık.

11 kilometre sonra Göynük'ten çıktığımızda Kemer'e doğru geldiğimizde iniş çıkışlar hafiften kendini göstermeye başlamıştı. Buradaki yokuşlar bisikletliyi yıldıracak yokuşlar değildi, lakin hızımızı düşürmeye başlamıştı. Tam bu noktalarda bir karar vermeye başlamamız gerekiyordu: kahvaltı için Kemer'e girecek miydik, yoksa daha ileride bir noktada mı kahvaltı yapacaktık?

Kemere giriş ve çıkış bariz bir zaman kaybına sebep olacaktı. Evet, sonuçta Kemer'de Marina'da kahvaltı fikri kulağa hoş geliyordu, yalnız ileride sıcak saatlerde yokuşlu coğrafyalarda kalmak pek hoş olmayacaktı. Dolayısı Kemer'e girmeyip şehir merkezi ayrımındaki benzin istasyonundan katı yakıtımızı (Maximus :) ) alıp yola devam ettik.

Kemer - Çamyuva arası çok fazla iniş çıkış sıkıntısı olmayan, daha çok iniş olan bir yol. Asfalt da kaliteli olunca gayet rahat bir biçimde Çamyuva'yı geçiyoruz. Ancak geçer geçmez bir rampa karşılıyor bizi. Daha sonra karşılaşacağımız rampalar ile kıyaslanamaz ancak yine de dik bir rampaydı diyebiliriz. Rampanın ardından hızlı bir biçimde Tekirova'ya inmiş oluyoruz. Yolun kenarında bulunan köy kahvaltısı tabelası bizi kaçınılmaz şekilde etkiliyor ve frenlere asılıp duruyoruz.

Bu arada belirtmem gerek; bu konuma yakın bir yerde Tahtalı Teleferik adında bir teleferik varmış. Yolda tabelaları bolca gördük ancak planımızda olmadığından ve yolun bize başka ne sunacağını bilmeden uğramadık. 725 metre rakıma çıkan teleferiğin üst kısmında bir sosyal tesis varmış. Araç ile de ulaşım mümkünmüş; belki teleferik ile çıkıp bisiklet ile inmek denenebilirdi. Kısmetse başka sefer artık.

Bisikletlerimizi ağaca yaslayıp çardağa yerleştiğimizde köy kahvaltısının hazır olmadığını -ve olamayacağını- öğrendiğimizde epey üzülüyoruz. Durduğumuz yer bir gözlemeci idi -Yüksel Gözleme-, dolayısı ile en azından gözleme yiyelim kalkalım dedik. Siparişi verdik ve yine booking.com'dan kalacak yer araştırmasına başladık. -Bazen ciddi ciddi düşünüyorum, booking.com olmadan önce bu işler nasıl yapılıyordu diye- Kalacak bir yer üzerinde karar kılamadığımız ve Olimpos'u bilmediğimiz için kalacak yere oraya varınca karar vermeyi uygun bulduk.

Karnımızı doyurduğumuz bu nokta 30. kilometreden hemen sonraydı; yolun yarısından fazlasını geçtik sanıyorduk, ancak yanılıyormuşuz. Geriye 26 küsür kilometre kalmış olmasına rağmen yol henüz başlamıştı.

Neden böyle diyorum? Tekirova'dan sonra uzun soluklu, ancak az eğimli bir yolda uzun süre sürüyorsunuz. O kadar çok uzun sürdük ki o eğimde, düz yolda gittiğinizi sanıyorsunuz bir yerden sonra; ancak bisikletinize ve yolun zeminine sövmeye başlıyorsunuz, iki pedal atıp bisikletin ciddi yavaşladığını görünce. Açık söyleyeyim; yokuş çıktığımızı anlamıyordum ve uzun bir süre bisikletimde bir sorun olduğunu düşündüm. Bir şekilde yavaşlıyordum; gereksiz bir sürtünme var gibiydi. Çok daha sonra anladık tırmandığımızı.

Yine bir noktadan sonra tırmanış oldukça sertleşmeye başlıyor. En sonunda "yeter" deyip atıyoruz bisikletleri kenara, %8 eğim  tabelasını gördükten sonra. Var olan son suyumuzu da tüketiyoruz ve dua ediyoruz bir sonraki su kaynağına veya markete mesafe olmaması için. 10 dakikalık bir molanın ardından kısa aralıklarla çıkıp duruyoruz. Dinlenerek çıkmamıza rağmen epey hırpalıyor bu yokuş bizi. Neyse ki 8. kilometrenin sonunda yolumuz biraz düzleşiyor da düzgün bir şekilde, bir iki kilometre sürebiliyoruz normal şekilde. Tabii ki çok geçmeden yine yokuşlar ile karşılaşıyoruz; ancak neyse ki öncekiler kadar acımasız değiller. Bu arada bir de hayrat buluyoruz. Birkaç yudum içtikten sonra ilk yaptığım şey konumu MapMyRide veritabanında etiketlemek oluyor; hiç olmazsa bizden sonra geçenler nerede su olduğunu bilsinler.

Yaklaşık on dakika su içtikten; başımızı, kollarımızı ve bacaklarımızı yıkadıktan sonra ancak kendimize geliyoruz. Ardından düşüyoruz tekrar yola. 5 kilometre boyunca hafif tırmanışlar eşliğinde 400 metre rakıma ulaşıyoruz. Çıralı ayrımını başta Olimpos ayrımı sanıyor, seviniyoruz. Ancak kavşakta bulunan minibüs şöförleri bizi Olimpos çıkışının biraz daha ileride olduğu konusunda uyarıyorlar. Biraz daha ilerisi, biraz daha yokuş anlamına geldiğinden başta üzülüyoruz; ancak birkaç ayrımın yüz metre ileride olduğunu görünce rahatlıyoruz.

Ayrımdan sonrası epey hızlı geçiyor; çünkü 11 kilometrede 400 metre rakımı düzenli iniyoruz. Bol miktarda viraj olduğundan ve yol dar olduğundan, karşıdan da araba geldiğinden düzgün ve kontrollü bir şekilde inmeye gayret ediyoruz. Özellikle Necati'nin bisikleti kontrolü kaybetmeye çok müsait bir bisiklet olduğundan elimizden geldiğince ortalama hızı 25 km/h civarında tutmaya çalışıyoruz. Aşağıya vardığımızda bakıyoruz ki jantlar alev gibi olmuş.

Kanyonun içerisinden geçerek vardığımız tarihi Olimpos bölgesine girdiğimizde ilk iş olarak kendimizi atacak bir oda aramaya başlıyoruz.  Müze girişine kadar sağlı sollu bir sürü pansiyon ve bungalov ev var. Birkaç tanesine fiyat sorduktan sonra en iyi teklifi aldığımız ve müzeye en yakın konumda olan Hasan's Pansiyon ile adambaşı 50 TL'ye yemek dahil anlaşıyoruz. Sağ olsunlar, antik bölgeye girişte de yardımcı olacaklarını söylüyorlar.

Yaklaşık 1.5 saatlik dinlenmeden sonra ahşap bungalovumuzdan başımızı çıkarıp Antik Kent'e doğru yürüyoruz. Özel ilgimden dolayı Antik Kenti detaylarına dikkat ederek geziyoruz. Ardından sahile ulaşıp kendimizi serin suya bırakıyoruz. Açıkçası antik bir kentin heybetinin önünde keyifle yüzeceğimi daha önce hiç hayal etmemiştim. Bütün o yorgunluktan sonra suyun gayet iyi geldiğini söyleyebilirim.




Fotoğraflar: Olimpos'tan bazı kareler

Başta da belirttiğim gibi, gün içerisinde yaklaşık 56 kilometrelik bir yol katettik. Teknik bir arıza yaşamadık; lastik de patlatmadık. Yol, su sıkıntısı olabilecek bir yoldu, dolayısı ile bu yoldan geçecek arkadaşlar varsa yanlarında bulunan su stoğunu arttırmalarını tavsiye edebilirim. Zemin olarak güzel bir etaptı, zeminden dolayı bir sıkıntı çekmiyorsunuz. Sürekli ağaçların arasından geçtiğinizden ötürü sıcakta gölge bir yer aramak istediğinizde de en yakın ağacın altına geçiyorsunuz.

Aşağıda verilen Hız ve Yükseklik grafiklerini inceleyebilirsiniz. 

Grafik: Beldibi - Tekirova Hız - Yükselti Grafiği

Grafik: Tekirova - Olimpos Hız - Yükselti Grafiği

MapMyRide Kayıtları:




7 Ekim 2014 Salı

Alanya - Kaş Turu 3. Gün - Side Beldibi

2 Eylül 2014 sabahı... Dünkü yolculuğun yorgunluğunu atmış, dinlenmiştik. Sıra erkenden kalkıp turun kilometre cinsinden en uzun etabını sürmeye gelmişti. Kalktık, odamızı boşalttık ve bisikletlerimizin başına geçerek son kontrollerimizi gerçekleştirdik. Otel sahipleri henüz uyanmamıştı; kalem kağıdı alıp güzel bir veda notu yazarak otelden ayrıldık.

Side çarşısından geçerken saat 6:30 civarındaydı. Henüz hiçbir dükkan açılmamış; ortalıkta yalnızca günlük süt dağıtan kamyonetler dolaşıyordu. Belki de Side'nin en sakin halini yaşayıp antik kente tırmandık ve yavaş yavaş ana yola çıkıp kilometreleri devirmeye başladık. Ana yola geldiğimizde 5 kilometreyi devirmiştik bile. Çok fazla eğim olmamasından dolayı yolun en azından %80'ini yüksek bir hızla katedebilecektik. Yine de buna güvenerek hızımızı çok arttırmadık.

Erken kalktığımız için kahvaltı yapacak bir yer de bulamadık. Açıkçası kahvaltıyı erken yapmayı amaçlamıyorduk da. Bir önceki gün olduğu gibi, sabahın en tatlı, serin saatlerinde olabildiğince kilometre devirerek ortada bir yerde kahvaltı yapmayı planlıyorduk. Ancak yolun ortası neresi olacaktı?

Birkaç gündür Antalya'nın içinde mi kalsak, yoksa şehir merkezini geçip daha ileride bir yerde, deniz kenarında mı konaklasak diye tartışıyorduk. Side'deki Şato Hotel'in işletmecilerinden Kayseri'li abimiz de bize "şehrin merkezinde ne yapacaksınız, şehirden bıkıp gelmediniz mi buralara?" deyince tartışmaya son nokta konuldu, Antalya'yı transit geçecektik. Bu konuyla beraber kahvaltı yapacağımız yer de belirlendi: Havalimanı karşısındaki Deepo Outlet Center'da kahvaltımızı yapacak, Antalya'yı ne kadar geçeceğimize de burada karar verecektik.

Yolun havalimanına kadar olan kısmında hafif sayılabilecek rampalar bulunuyor. Bunlar, yoldaki olağan rampalar ve sizi çok fazla yormuyor. Ancak yolun bu kısmındaki en büyük eksiklik, -gerçi coğrafyanın tamamında neredeyse bu sorun var ama- çeşme veya su bulunamaması. Bu sebeple gördüğümüz seçkin benzin istasyonlarında duraklayıp su içip stoklarımızı tazeliyoruz. Genelde 15 km'de bir 5'er dakikalık aralıklarla bu benzin istasyonlarında soluklanmak için mola veriyoruz. Yalnız ilginçtir; İstanbul'da neredeyse her benzin istasyonunda bulabildiğimiz sporcu içeceklerine -enerji içeceği değil- bu bölgede bir türlü rastlayamıyoruz. Hatta tur boyunca inada bindirip her girdiğimiz benzin istasyonunda özellikle bakıyoruz, ancak denk gelemiyoruz. Sanırım ürünün bölgedeki dağıtım stratejisi ile alakalı bir konu.

58 kilometrenin sonunda Antalya tabelasını görüyoruz ve önünde fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyoruz.




Söz konusu tabelalar aslında bize daha başka şeyler de ifade ediyordu. Kahvaltıya 7,5 kilometre, yani yaklaşık 20 dakika kalmıştı. Hava da ısınmaya başlamıştı, hemen hızlanıp kendimizi alışveriş merkezine atıverdik. Klimalı ortam bize cennet gibi geldi o an, sanırım tarif edemem. Kahvaltı da öyle, hele ki dünkü fiyaskodan sonra "kahvaltı böyle birşeymiş demek ki" dedik kendi kendimize.

Kahvaltımızı yaparken de bugünün son durağını belirledik: Beldibi'ne gidecektik. Bu kararı vermemiz ile birlikte rotamız aşağıdaki gibi şekillenmiş oldu:


Şekil: Yaklaşık 106 kilometrelik 3. gün rotamız

Yol Antalya çıkışına kadar dümdüz olmaya devam etti. Şehir içi zaten bir ovaya kurulmuş gibi, dümdüz. Battı-Çıktı'ları saymazsak 0 eğimli diyebilirim. Ancak şehir içinde bizi en çok zorlayan Antalya'lı şöförler oldu. Aslında şehir dışında da zaman zaman kendilerini gösterdi bu zat-ı muhteremler; zira 2 şerit yol boş olsa da emniyet şeridinden sürmek gibi bir alışkanlıkları var. Zaman zaman gereksiz sıkıştırıldık. Ancak şehir içinde bir tanesi bir kazaya sebep oldular. Normal yolda seyrederken park halindeki bir Transporter'ın sürücüsü arkasına bakmadan kapıyı açınca arkadaşım Necati duramadı ve kapıya çarparak yere düştü, açıkçası bisikleti ile yola savruldu. 2-3 metre arkasından geldiğim için ben şans eseri kaçabildim çarpmadan. Çok şükür ki arkamızda kalan trafik lambaları kırmızıydı ve yolda o an için başka araç bulunmuyordu. Verilmiş sadakamız varmış. Şöför abimiz binbir özür dileyerek helallik istedi; Necati o an için ciddi bir darbe almamış gibi gözüktüğünden "abi gelen ben değil de motorsiklet olsa olan sana olacaktı" demekle yetindi; helalleşip ayrıldık. Kazaya bağlı ağrıları ise daha sonradan kendini gösterecekti.

Antalya'nın çıkışında, artık şehre bağlı olan son mahallede BİM'e uğrayıp sıvı stoklarımızı doldurup şehirden ayrıldık. Artık buradan sonra Akdeniz'in ovalarında değil, tepelerinde dolaşıyor olacaktık. Yola çıkalı 87 kilometre olmuştu, yolun büyük kısmını geçmiş görünüyorduk ancak esas hırpalama potansiyeli olan yol karşımızda duruyordu. Şehirden çıkıp yokuşları tırmanmaya başladık. Lakin gezimizin devamında karşılaşacağımız rampaları göz önünde bulundurduğumuzda bu rampaların hiçbir şey olduğunu söyleyebilirim.

Antalya'nın çıkışından Beldibi'ne kadar yemyeşil ormanın içinden geçerek gidiyorsunuz. Belirtmem gerekir ki gidiş yönünde 3 adet orta uzunlukta tünel var. Görece yeni yapılmışlar, 2010 tarihliler. Bu tüneller gözümü Alanya çıkışındakiler kadar korkutmuyor açıkçası, zira yol dar olsa da trafik çok rahat. Bu sebeple gönül rahatlığı ile tünelde seyrediyoruz. Yalnız tünellerden bir tanesi -yanılmıyorsam ikincisi- yukarı doğru eğimli, düz gitmeyi beklerken o tırmanış hayal kırıklığına uğratmadı dersem yalan olur. Ancak her tünel peşinde bir miktar iniş getiriyor, bu sebeple tünellerden çıktığınızda müthiş rahatlıyorsunuz.

Şunu da belirtmem gerekir ki ters istikamette yalnızca bir tünel bulunuyor, onun da boyu epeyce kısa. Tünele girme konusunda çekinceleri olan bisikletliler ters istikamette sürmek kaydıyla yolun bu kısmını geçebilirler. Yalnız peşin söyleyeyim, bu tercihin maliyeti biraz daha fazla tırmanış olacaktır. Tüneller boşuna yapılmamış. :)

Son tünelden çıkıp da rampa aşağıya indiğimizde artık Beldibi'ne gelmiş bulunuyoruz. Belde içerisinde yaptığımız kısa bir turun ardından kalacağımız yeri seçip Booking.com'dan rezervasyonumuzu yapıyoruz. Bisikletimden indiğimde bir de farkediyorum ki lastiğim yerle bir olmuş. Tam bitiş noktamızda tekerim patlamış. Epey gülüyoruz. :) Akşam vakti, odamıza yerleştikten sonra bakım yaparken değiştirmek üzere bisikletimi kilitliyorum.

Çok az da Beldibi'nden bahsedeyim. Burası özellikle Rus asıllı turistlere hitap eden bir belde. Hemen her yerde Kiril alfabesi ile yazılmış tabelalar var. Zaten turistler de bu durumu hemen belli ediyorlar. İngiliz, Alman hemen hemen yok gibi. Bir de ilginçtir Felemenkler bulunuyordu. Güzel bir belde, yeşillikler içerisinde. İlçenin az ötesinde de epeyce lüks otel bulunmakta, oradaki ortamın Belde ile aynı olmadığını düşünüyorum; biraz fazla izole idi.

Evet sonuç olarak, bugünü 106 kilometre pedal çevirerek, 1 kaza yaparak, 1 kez lastiği patlatarak,
3 tünel geçerek, toplamda aktif olarak 5 saat 3 dakika bisiklet sürmek suretiyle tamamlıyoruz.
Maksimum hızımız 43.1 km/h ile Beldibi'ne yaklaşırken, ilk tünele girmeden hemen önce kayıt altına alınmış.

4. gün yazımızda görüşmek üzere, hoşça kalın. :)

MapMyRide Kayıtları:

Side - Antalya
Antalya - Beldibi

27 Eylül 2014 Cumartesi

Alanya - Kaş Turu 2. Gün - Alanya Side

Günlerden 1 Eylül 2014, pazartesi günü. "Turumuz ikinci gününde de bütün hızıyla devam ediyor" diyerek başlamak isterdim bu ikinci gün yazısına, ancak turun esas bugün başlayacağını söylemeliyim. Artık yola çıkıyoruz; geçtiğimiz bir noktadan tekrar geçmemek üzere.

İlk gün yazısında da belirttiğim üzere, önceki gün yol yorgunu olduğumuzdan kısa bir gezi ile başlamıştık turumuza. Çok değil, yaklaşık 17 km sürmüştük. İkinci günse öyle olmayacaktı.

Parkura kısaca göz atalım isterseniz:


Şekil 1: Alanya - Side Yolu

Şekilden de görebileceğiniz üzere Alanya'dan çevre yolu boyunca Manavgat'a gideceğimiz, Manavgat Büyük Şelale'ye kadar çıkacağımız ve sonunda Side'ye varacağımız bir yol bizi bekliyor. Google'ın söylediğine göre yol yaklaşık 78 km. Bu mesafeyi GPS ölçümlerimiz de doğruluyor.

Yol arkadaşım Necati ile (kendisi alınmasın sakın; hayatım boyunca yol arkadaşım olacaktır), sabahın ilk ışıkları ile yola çıkmaya karar veriyoruz. 6'da kalkıp 6:30'da pılımızı pırtımızı toplayıp sessizce otelimizden ayrılıyoruz. Hava o kadar serin ve tatlı ki; sanki bir kış gününü yaşıyoruz Antalya'da. "Hava böyle olsa akşama kadar sürerim" diyorum kendi kendime. Tabi gün içinde sıcaklık böyle olmayacaktı. :)

Yola çıkmadan önce, Alanya çıkışında bulunan 3 adet tünelin beni biraz korkuttuğunu söyleyebilirim. Söz konusu tüneller hatırladığım kadarıyla yalnızca Side yönüne gidişte bulunmakta; yani Alanya'ya doğru yol alacak olanları pek etkilemiyor. Bununla birlikte tünellerin uzun olduğunu ve emniyet şeridinin dar olduğunu belirtmem gerekir. Genelde tüm tünellerde benzer sıkıntıları yaşıyoruz; yankıdan dolayı arkadaki arabanın ne kadar uzakta olduğunu algılayamamak büyük problem. Sürekli "bu kamyon ne zaman geçecek" diyerek tetikte ve tedirgin bekliyorsunuz. Burada buna ek olarak emniyet şeritleri de dar.

Tünellerin avantajı ise hemen arkalarında bir dizi trafik lambası olması. Bu lambalar trafiği regüle ettiğinden arkadan gelecek olan araçların dalgalar halinde gelmesini sağlıyor. Eğer hızınızı ayarlayıp uygun anda tünele girebilirseniz arkanızdan neredeyse tünel çıkışına kadar araba gelmeyecek şekilde tüneli geçebilirsiniz. Tabi bizim bir avantajımız daha vardı; sabah erken saatlerde yolun bu kısmını geçiyor olmamız; zira çok değil 1 saat sonra mesaiye yetişmek isteyen bir sürü insan ve servis aracı yolda trafik oluşturacaktı. Henüz tünellerde kendilerinden eser yoktu.

Tüneller hakkında son bilgi vereceğim: sırasıyla uzunlukları 500 m, 1500 m ve 300 m. 

Tünelleri geçtikten sonra yolun genelinin düzlük olduğunu söylemem gerekir. Yol bakımlı, yamasız. Ancak yolun özellikle kenar kısımlarında zaman zaman cam kırıklarına denk gelinebiliyor. Tam da bu sebepten 25. kilometrede lastiğimi patlattım. Neyse ki önceki yazıda da bahsettiğim kendinden yapışkanlı yamalarımız sayesinde hızlıca tamirini gerçekleştirip yolumuza devam edebildik.

Yol boyunca sağlı sollu (genellikle sollu) oteller bulunuyor. Dolayısı ile yolun büyük çoğunluğunu bu otellerin oluşturduğu manzarayı izleyerek geçiriyorsunuz. Tabi hakkını yemeyelim coğrafyanın; sağ tarafımızda uzakta Toros'ları ve hemen önündeki ovayı izleyerek geçiyoruz aynı zamanda. 

Saat 10:30'a yaklaştığı sıralarda artık biz de Manavgat'a yaklaşmaya başlamıştık. Hedefimiz Manavgat Şelalesi'ne varıp kahvaltımızı orada yapmaktı. Ancak Necati de ben de şelaleye nasıl gidilebileceğine ilişkin bir bilgiye sahip değildik. Anayolda şelale tabelası bulunuyordu ancak, dönüşümüzü yaptıktan sonra uzun bir süre bir tabela görememiştik. Derhal birilerine sorduk. Bize "Köprüye doğru gitmemizi" söylüyorlardı. Köprüyü görene kadar neye benzediğine dair bir fikrim yoktu. Gördüğümde ise bir yerleri tarif ederken kullanılmasını ben de mantıklı bulmaya başladım. :) Bahsi geçen köprünün adı Zeynel Şenol Köprüsü.


Fotoğraf: Zeynel Şenol Köprüsü

Köprüyü geçtikten sonra yolun sonundan sağa doğru dönüp Manavgat boyunca pedalladık. En sonunda 68. kilometrede Manavgat Büyük Şelale girişine kadar geldik. Bilenler vardır, şelaleye giriş ücretli; kişi başı 5 TL verip girebildiğiniz bir yer. İlginçtir, bisikletlerimizi bağlayabileceğimiz güvenli bir lokasyon yoktu. Girişteki güvenlik görevlisi de bisikletimiz ile girmemize izin vermedi. (Makul bir sebebi olduğunu düşünmüyorum bu arada) Zaten giriş parası niçin aldıklarını da anlamadım; ne temiz, ne tuvaletleri ücretsiz kullanabiliyorsunuz, ne de işletilen mekanlar güzel. Sanırım turun en pahalı ve en başarısız kahvaltısını burada yaptık. Açıkçası yol üzerinde Manavgat nehri kenarında bir sürü güzel kahvaltı yapabileceğimiz yer geçmiştik ve uğramadığımız için çok pişman olduk. 

Sanırım bu ziyaretin tek faydaları çektiğimiz fotoğraflar ve ayağımızı buz gibi suya sokabilme imkanı oldu. Normalde su yüksekmiş, dizlere kadar girilebilir durumdaymış, ancak gördüğümüz her akarsuda olduğu gibi burada da sular çekilmiş. Dim Çayında da durum farklı değildi.





Fotoğraflar: Manavgat Şelalesi ve biz

Bu esnada ben de bir yandan Booking.com'dan kalacak yer ayarlamaya çalışıyordum. Antik Side içerisinde uygun bir yer bulmayı başardım. Artık hedefimize doğru yönelme ve biraz dinlenme vakti gelmişti.

Kahvaltımızı (!) da yaptıktan sonra sıra Side'ye inmeye gelmişti. İki olasılığımız vardı; ya geldiğimiz yolu geri inecek, ya da Sarılar Köyü içerisinden geçerek kestirmeden Side'ye geçecektik. Çoğu kez kestirmeler bize yokuş süprizi sunardı; ancak yerli insanlara sorduğumuzda yokuş olmadığını söylediler. Hayırlısı deyip girdik yola. Yokuş vardı, ancak yoracak seviyede bir yokuş değildi. Tırmandık ve indik. Biraz rüzgar vardı, hızlı bir inişe izin vermedi (30 km/h'yi bile bulamadık ); ancak eziyet de etmedi.

Antik Side çok güzel bir yer; antik kent içerisinden geçerek yerleşim yerine ulaşıyorsunuz. Bildiğiniz açık hava müzesi. Seyre dalıp fotoğraf çekemediğim için üzgünüm çok. (ki bu durum gezi boyunca başıma çok kez gelecek)

Bir an önce rezervasyon yaptığımız otele girmeyi amaçlıyoruz, hemen telefonumun navigasyon uygulamasını açıp otele doğru yöneliyoruz. Çok uzun sürmüyor; zaten bisikletle hemen dolaşıveriyorsunuz Side'yi, çok büyük değil. Otel sahipleri de çok güzel karşılıyor bizi, her türlü yardımı gösteriyorlar. İsmi Şato Hotel, belki gitmek isteyenler olur.

Sıra bir iki saat uykuda ve ardından denize girmede artık.


Fotoğraf: Vakit dinlenme vakti

Özet olarak günün sonunda yaklaşık 77.8 km bisiklet sürmüş olduk. 1 lastik patlattık. Fazla yorulmadık, yorucu bir güzergahtan geçmedik. Yorucu güzergah ne demek, birkaç gün sonra öğrenecektik.

Aşağıda 2. gün rota ve performans değerlerini bulabileceğiniz MapMyRide bağlantıları bulunmaktadır. 3. Gün notlarında görüşmek üzere.


18 Eylül 2014 Perşembe

Alanya - Kaş Turu 1. Gün - Dim Çayı

Alanya Kaş turumuz hakkında genel bilgileri önceki yazımda sizler ile paylaşmıştım. Bu yazıda sizler ile ilk günümüzü paylaşacağım.

Önceki yazıda belirttiğim üzere İstanbul'dan Alanya'ya otobüs ile biraz uzun sayılabilecek bir sürede; yaklaşık 14 saatte gitmiştik, 23:59'da Esenler'den kalkan otobüsümüz 14:20 gibi Alanya otogarına girmişti. Yorgun olduğumuzdan dolayı yol arkadaşım Necati ile turumuzun ilk gününü Alanya civarında dolaşarak yine Alanya'da tamamlayacak şekilde planladık. Aslında bu bir tür "gezinme" olacaktı bizim için; ancak yine de turumuzun bir parçası olduğundan ötürü yazıyorum.

Geceyi Alanya'da geçireceğimizden ötürü bir an önce kalacağımız yere yerleşip yüklerimizin önemli bir kısmını kalacağımız yere bırakarak dolaşmayı tercih ettik. Dolaşmak için gezmeyi planladığımız güzergah Dim Çayı tarafı idi; dolayısı ile kalacağımız yeri o tarafta seçmek fiyat avantajını beraberinde getirecekti. Bu sebeple Alanya'nın doğusuna doğru yöneldik.

1. kilometreyi henüz tamamlamamıştık ki ön lastiğimin patladığını ve jantımın yerle bir olduğunu farkettim. Bu ne şans idi bendeki! Neyse ki elimiz alışmış artık; hızlı bir biçimde yama ile tamir edebildik. Yine de lastiğin hemen patlaması beni korkuttu; gezinin geri kalanı da bu performans ile geçecekse yaklaşık 400 kez lastiğim patlayabilirdi. :) Neyse ki öyle olmadı.

Bu arada yama lafı geçmişken; Dechatlon'dan aldığımız, kendinden yapışkanlı yamalardan kullandık. Daha önce resmen eziyet çekiyormuşuz; hem pratik, hem de daha sağlıklı bir yama yapmış oluyorsunuz. Fiyatı da gayet uygun (şu an 7,5 TL). Üstüne üstlük elinize yapıştırıcı bulaşmıyor ve yapıştırıcının elinize yapıştırdığı yağ ve pislikler ile uğraşmıyorsunuz.


Fotoğraf: BTWIN kendinden yapışkanlı yama

Konuyu dağıtmadan şehir merkezine dönelim: Alanya'nın şehir merkezi bisiklet sürmek için çok uygun. Şehir içerisinde ayrılmış bir bisiklet yolu yok, ancak ana cadde üzerinde bisiklet için ayrılmış yaklaşık 90 cm'lik bir şerit var. Ülkemizin her şehrinde olduğu gibi zaman zaman arabaların bu şerit üzerinde park ettiklerini görebiliyoruz ancak yine de rahat sürdüğümüzü söyleyebiliriz.

Alanya'nın doğusuna geldiğimizde artık gezinin geri kalanında olacağı gibi telefonumuzdan booking.com'u açıp otel arayışına girdik ve uygun bir otel bulup yerleştik. Bu portal üzerinden bulduğumuz fiyatlar genelde sorarak bulduğumuz fiyatların yarısı dolaylarındaydı.

Yükleri bıraktıktan hemen sonra otelden ayrılıp Dim Çayı boyunca tırmanmaya başladık. Tırmanma dediysem lafın gelişi tabi, teoride tırmanma kendisi; gezinin son günlerinde yaptığımız tırmanmaların yanında bayır aşağı gibi kalır kendileri.

Şekil 1: Harita ve Hız-Eğim grafiği


Çay boyunca bir sürü kahvaltı ve yemek yiyebileceğiniz; çay içebileceğiniz tesis var. Daha önceden de ziyaret ettiğimiz bir mekana kadar gidiyor ve çayın üzerinde kurulmuş platformlarda yemeğimizi yiyoruz. Açıkçası kurt gibi de acıktığımızı fark ediyoruz.


Fotoğraf: Dim Çayı üzerine kurulan platformlarda suyun sesi ile dinlenmek çok keyifliydi


Fotoğraf: Birazcık ıslandığımız bir köprüden geçmeden hemen önce, tabii ki bisikletlerimizle


Fotoğraf: Canım bisikletim, beni üstünde taşıyanım, Whsitle Yuma

Karnımızı doyurduktan, keyif çayımızı içtikten ve iyice dinlendikten sonra tekrar bisiklete atlıyor ve Alanya'ya doğru geri dönüyoruz. Yarın uzun bir gün olacak ve bizim dinlenmemiz lazım. Tırmandığımız güzergahtan geri iniyor ve market alışverişimizi yapıyoruz. Tam da bu sırada güneş batıyor ve gün batımını sahilde izleyerek öyle otelimize çekiliyoruz.


Fotoğraf: Alanya'da günbatımı

Günün özetine baktığımızda tahmin edebileceğiniz üzere az kilometre yapabildik, günü yaklaşık 17 km ile tamamladık. Bir de patlayan lastiğimiz oldu tabi. En fazla rakım ise 20 m oldu. Bu haliyle en fazla "turcuk" olabildi. :)

2. Güne ait yazımda görüşmek dileğiyle, şimdilik hoşça kalın. 
MapMyRide kayıtlarımız:






14 Eylül 2014 Pazar

Antalya Turu Özeti (Alanya - Kaş)

Bildiğiniz üzere Antalya'nın 500 kilometrenin üzerinde sahil kıyısı var ve başlı başına bir haftalık tura yetecek kadar zenginliği bulunmakta. Hal böyle olunca, bir süredir Antalya turu üzerine kafa yoruyorduk ve bu durumu blog'umla ve yakın çevremizle paylaşıyordum. En sonunda 2 arkadaş, Necati Elidüzgün ve ben, eşyalarımızı paketleyip tura çıkmaya karar verdik ve tur tarihini belirledik: 31 Ağustos 2014!

Bu yazı biraz giriş tadında olacak ve her güne ait ayrı bir makale girişi yapacağım.

Antalya'da tur fikri başta çok kolay geliyor; evet 500 km üzerinde katedilmesi gereken bir yol var lakin, özellikle doğu kısmı dümdüz; dolayısıyla kolaylıkla uzun mesafeler katedilebilir gibi geliyor insana. Bununla birlikte batı kısmında Toros dağları artık denizle kavuşuyor ve bol tırmanışlı ve inişli bir  hal almaya başlıyor. Durumun ciddiyetini ise bilgisayarın başında rota çizerken değil, ancak gerçekten tırmanışa geçtiğinizde kavrayabiliyorsunuz. Ancak şahsi kanaatim, buradaki doğal güzelliğin, görece düz fakat uzun yollar kat edebildiğiniz bölümdeki doğal yapıdan açık ara önde olduğu, yani yolun bu kısmının daha keyifli yönündedir. Fotoğrafları görünce bana hak vereceksiniz.

Evet, artık planladığımız tur hakkında bilgi verelim. Başlıkta da değindiğim üzere turumuz Antalya'nın doğu kısmında bulunan Alanya'dan başlayacak ve Kaş'a kadar sürecek. Aslında hedefimiz başlangıçta Fethiye idi; ancak daha sonra zaman kısıtından dolayı -ki bir haftamız vardı- ve geçtiğimiz yerlerin tadını çıkarma isteğinden ötürü Kaş'ta turu sona erdirme kararı aldık. Arada bir günlük zaman olmasına rağmen, kendimize dinlenme ve gezinme payı bıraktık. Kısmetse Fethiye tarafını önümüzdeki yıllarda yaparız.

Aşağıda kabaca haritamız bulunmaktadır:


Resim 1: Kaba hatları ile Alanya - Kaş rotamız

Konaklama noktalarımızı da aşağıdaki gibi belirledik:
  • Alanya
  • Side
  • Beldibi
  • Olimpos
  • Finike
  • Kaş
Plana göre ilk gün Alanya'ya inilecek ve Dim Çayı'na çıkılarak o gece orada kalınacaktı. Ardından her gün günün ilk ışıkları ile yola çıkılacak ve öğle vakti bir sonraki durağa varılmış olacaktı. Genel olarak "öğle vakti" konusu dışında hedefimize uygun hareket edebildik. Vakit konusunda da fazla sapmamız olmadı, en geç 16:00 gibi hedeflere varıldı genel olarak.

Barınma işini çadır ile halletmek hoş bir fikir gibi görünse de yanımızda çadır taşıma fikri pek cazip gelmedi, dolayısı ile kalacak yer olarak hep otelleri seçtik. Bu konuda ise Booking.com bize epeyce yardımcı oldu; her gün yolda kahvaltı molası verdiğimizde sisteme giriş yapıp bir sonraki durağımızdaki kalacağımız yeri belirlemeye gayret ettik. Bunun yalnızca bir istisnası oldu: Olimpos!

Daha önceki turda da olduğu gibi, bisikletlerle İstanbul'dan Alanya'ya giderken ve Kaş'tan İstanbul'a dönerken bisikletli yolcuların adeta dostu olan Kamil Koç'u tercih ettik. Yine bizi yanıltmadılar ve her türlü yardımı gösterdiler. Özellikle dönerken otobüsün biçimsiz yapısına rağmen bisikletler sığacak şekilde istediğimiz gibi yerleştirmemize izin verdiler. Bisikletlere dokunmadılar bile. Kendilerine buradan bir kez daha teşekkürler!

Tura çıkmadan önce aklımızdaki bir diğer soru ise "Acaba hava çok sıcak olacak mı?" sorusuydu. Ege'de sıkıntı çekmemiştik, ancak artık Akdeniz kıyısındaydık. Tecrübemize dayanarak söyleyebilirim ki saat 6:00 dan 10:45'e kadar havanın sıcaklığı aklınıza dahi gelmiyor. Yalnızca güneş 11:00'den sonra kendisini hissettirmeye başlıyor; ancak -gölge bulunabildiği zaman- düzenli molalar ile, en azından Eylül başlarında ciddi sıkıntı çekmiyorsunuz. Ancak tırmanış + güneşin hoş bir kombinasyon olmadığını söylememe herhalde pek gerek yok.

Turu bir adet kaza ile tamamladık. O da Antalya şehir merkezinde bir Transporter sürücüsünün zart diye kapısını açmasıyla Necati'nin yere düşmesi ve vücudunda hafif darbeler alması ile sonuçlandı. Çok şükür ciddi bir sıkıntı olmadı, Necati sürebilecek, bisikleti ise gidebilecek durumdaydı; araç sürücüsü ile helalleştik ve kaza yerinden ayrıldık.


Resim 2: Demre'ye giderken

Her günün detaylı yazıları olacağı için daha fazla detaya girmek istemiyorum. Ancak kapanış olarak sanırım "Turun En'leri"ni yazabilirim:

Günlük En uzun yol: 104 km
Kesintisiz En uzun tırmanış: 13,800 m
En uzun pedal çevirme süresi: 5 saat 3 dakika
En yüksek rakım: 645 m
En yüksek hız: 61,3 km/h (Kaş inişi)
En çaresiz an: Çıralı tırmanışı
En çok lastik patlatan: Onur Erden (aynı zamanda ilk lastik patlatan, 0. km'de)

Zaman buldukça her günün detayını yazmaya çalışacağım. Şimdilik görüşmek üzere...

7 Haziran 2014 Cumartesi

Bisikletlerde Göbek Vitesleri

Bu yazıda sizlere, özellikle Japonya ve Hollanda seyahatlerimde gördüğüm bir donanımdan bahsedeceğim: Göbek vitesleri.

Bu viteslerle tanışmam bir hayli garipti. Yurt dışında kiraladığım ilk bisiklette vites dişlilerinin olmadığını görmediğimde epey üzülmüştüm; ancak Hollanda'da olduğumdan her yer düzdü ve bu yüzden düşük vites oranına ihtiyacım olmadığından teselli bulmuştum. Dahası, diğer insanların bisikletlerine baktığımda da hiç vites dişlileri görmüyordum. Hepsi adına fixed-ratio denen tek vites bisikletliler gibi görünüyordu, en pahalıları bile. Açıkçası yadırgamıştım.

Bununla birlikte, bisikletin tepesine çıkmamdan dakikalar sonra gidonda yuvarlak bir vites halkası farkettim, farkeder farketmez de çevirdim. O da ne? Vites değişmişti!

Hemen kendimi aşağıya atıp incelemeye başladım. Tam da tahmin ettiğim gibiydi, o göbeğin çok hafif şişkin olmasının sebebi içinde dinamo olması değil, planet dişlilerin olmasıydı.

Şekil 1: Planet Dişlilere Bir Örnek


Çalışma prensibini genel olarak tahmin ediyordum ancak tüm detaylarını araştırmayı Türkiye'ye dönüşümden sonrasına bırakarak bu "sürekli tork aktarım" elemanının sürüş keyfini çıkarmaya çalıştım. Şimdi ise size aslında yurt dışında yaygın olarak bilinen iki sistemi anlatacağım: NuVinci ve Shimano Alfine. Temelde çalışma prensipleri benzer olmasına rağmen karmaşıklık düzeyleri farklı. (Tabii ki Japonlar yine kendilerini belli ediyor)


NuVinci

NuVinci Vitesler aslında çok basitçe tasarlanmış bir sistem. Aşağıdaki şekil ve videoda da görebileceğiniz gibi sistem iki dış halka, bir kaç küreden oluşan ve sağa sola kayabilen bir bilezik ve bir de bu bileziğe kılavuzluk eden göbekten oluşuyor.

Şekil 2: NuVinci Vitesi Çalışma Prensibi

Kürelerin bilezik yardımıyla soldan sağa kaymasıyla birlikte dışta kalan halkaların temas yarıçapı değişiyor ve bu sayede tork aktarım oranları farklılaştırılabiliyor. Aşağıdaki video izlenerek çalışma prensibi daha detaylı bir şekilde anlaşılabilir.
Video 1: NuVinci Vitesi Çalışma Prensibi

Shimano Alfine Internal 

"Japonlar yapar da basit birşey yaparlar mı?" sorusu bir kez daha kendini gösteriyor bu başlık altında, zira otomatik vitesli bir arabanın vitesinden hallice bir vites tasarımını standart bir bisiklet göbeğine sığdırmayı başarmışlar. Bu kez gerçekten planet dişlileri ve güneş dişlilerini sistemde görmek mümkün; sistemde vites geçişleri göbek dişlerin, döner kavramaların ve planet dişlileri taşıyan bileziklerin ayrı ayrı veya birlikte kilitlenmesi -veya serbest bırakılması-  esasına dayanmaktadır.
Şekil 3: Shimano Alfine 11 Vitesli Göbek

Aşağıdaki videoya bakarak ne kadar kompleks -ama bir o kadar da mantıklı- bir yapıya sahip olduğunu da net bir şekilde görebiliyoruz.

Video 2: Shimano Alfine 11 Vitesli Göbek

Göbek Viteslerin Avantajları ve Dezavantajları

Neden göbek vites alınmalı sorusunun cevabına gelirsek birkaç sebep sıralamak mümkün:
  • Tam bakımsız olduğundan sorun çıkarma ve tamir gerektirme olasılığı düşük,
  • "Sürekli tork aktarım" organı olduğundan vites geçişleri hissedilmez,
  • Orta göbek ile bağı olan zincir yalnızca dek bir dişli etrafında döneceğinden aşınmaz, normal kaset dişlilerdeki gibi bir yıpranma meydana gelmez,
  • Kayıpsız güç aktarımı sağlar.
Neden alınmamalı sorunun cevapları da aslında yukarıdaki cevaplarla ilişkili:
  • Pahalı, epey pahalı,
  • Tam bakımsız olsa da sıkıntı oluşması halinde tamirini yapması ya da tamirinden anlayan birini bulması zor.
Sonuç olarak imkanı olanların kesinlikle alıp denemeleri gereken bir vitestir diye düşünüyorum. Bununla birlikte daha çok şehir içindeki bisikletlilerin kullanmasını tavsiye ediyorum; özellikle tur bisikletçilerinin kesinlikle işine gelmeyeceğini ve olası bir problemde dağın başında çaresiz bırakabileceğini düşünüyorum.

Hepinize bol bisikletli günler diliyorum. Bir sonraki yazıma dek hoşça kalın.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Fransa Hükümeti İşe Bisikleti ile Gidenlere Yardıma Başladı

Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde Fransa hükümetinin işe bisikleti ile gidip gelenlere vergi indirimi yapmayı planladığına ilişkin bir yazı paylaşmıştım (Bağlantı: Fransa'da Bisikletlilere Vergi İndirimi). Söz konusu yazıda belirtilen vergi indirimi hususunda pilot çalışmaya geçtiğimiz günlerde başlandı.

Fransız Ulaştırma Bakanlığı raporuna göre 6 ay sürmesi beklenen pilot için yaklaşık 20 kurum, 10.000'e yakın işçisine, kilometre  başına 0.25€ ödemeyi kabul eden sözleşmenin altına imzasını attı.


Ulaştırma Bakanı Frederic Cuvillier, uygulamanın paydaşlar arasında kabul görmesi ve amacına ulaşacağına ilişkin ümit vermesi halinde daha büyük ölçekte ikinci bir pilot uygulamanın başlatılabileceği müjdesini verdi. İlk beklentiler halihazırda ev-işyeri arasındaki bisiklet yolculuğunun %50 civarında (yaklaşık yılda 800 milyon km) artması yönünde.

Baktığımızda Avrupa'nın bir çok gelişmiş ülkesinde bisikletli yaşam için teşvikleri görebiliyoruz. Benzer vergi indirimlerinin Hollanda ve Belçika'da da uygulanıyor. Bakalım Türkiye'de bisiklet kullanımı için teşvikler ne zaman gündemimize girecek. O günleri heyecan ile bekliyoruz.

Kaynak: Reuters