12 Temmuz 2013 Cuma

İftardan Sahura Bisiklet Turu

Değişik etkinlikleri ile zaman zaman gündeme gelen Bisikletliler Derneği önümüzdeki 2013 Ramazan'ında  yeni bir tur serisi organize etmeye hazırlanıyor. İlk etabı 13 Temmuz 2013 tarihinde yapılacak olan tur Sirkeci'den başlayarak sahil yolu üzerinden Florya Sosyal Tesisleri'ne varacak ve orada yapılan sahurun sonunda tekrar Sirkeci'ye dönülerek burada sona erecek.

Saat 22'de Sirkeci Tren Garı'nın önünde toplanan grubun bir takım kurallara uyuyor olması gerekecek. Bunlar:


  • Kask takmak,
  • Ön far ve arka stop lambasına sahip olmak,
  • 18 yaşından büyük olmak ya da veli ile tura katılmak.
Serinin ikinci etabı ise 4 Ağustos 2013 tarihinde Kadıköy - Kartal arasında gerçekleştirilecek ve 21:30'da Kadıköy Vapur İskelesinin yakınında bulunan Atatürk heykelinde toplanılarak yola çıkılacaktır.

Bilgi için: 

Facebook Etkinlik sayfaları: 



16 Haziran 2013 Pazar

Yalova - İznik - Mudanya Bisiklet Turu

Genel görünüm

Uzun bir süre havaların güzelleşmesini, işlerimin de rahatlamasını bekledikten sonra yeniden şehirlerarası bisiklet turlarına başlamanın verdiği mutluluğu yaşamaktayım şu anda. Epey bir müddet planını kurduğum Yalova - İznik - Mudanya turuna en sonunda 8 Haziran 2013 tarihinde çıkabildim. Bu yazımda da iki gün süren yolculuğumuzun detaylarını sizler ile paylaşacağım.

Dilerseniz önce rotamızın genel görünümüne yer verelim:

Şekil 1. Rota genel görünümü
 
 
Bu turda rotamız Yalova'dan başlamakta ve Orhangazi üzerinden geçerek İznik Gölü'nün kuzeyinden İznik'e ulaşmakta, ardından gölün güney yakasından tekrar Orhangazi'ye gelmekte, takiben Gemlik ve Kurşunlu'dan geçerek Mudanya'ya varmakta ve burada sona ermektedir. Aslına baktığınızda İznik Gölüne "bir düğüm attığımızı" söyleyebiliriz.
 
Toplamda 157 kilometre olarak görülen yolu iki günlük olarak planladık. İlk gün "Yalova - Orhangazi - İznik - Orhangazi" kısmını tamamlayarak ekip arkadaşlarımın bir tanesinin Orhangazi'deki bağ evinde kalacak, ardından buradan yola çıkıp geri kalan yolu katetmeyi düşündük. Baktığımızda ilk güne düşen yol 117 km, ikinci güne ise 40 km olarak görünmekteydi -GPS ile ölçümlerimizde bunun yaklaşık 46 km olduğunu gözlemledik-. Arada dengesizlik varmış gibi görünse de yolların eğim durumu göz önünde bulundurulduğunda gayet  dengeli olduğunu söyleyebilirim. Hazır eğime değinmişken, rotamızın yükseklik grafiğini de vermiş olayım.
 
 
Şekil 2. Yükselti grafiği
 

ve yola ekip düşer...

Ekip arkadaşlarımdan biri benimle birlikte İstanbul Bakırköy'de, diğeri ise Kartal'da oturmakta. Bundan dolayı buluşma noktası olarak Yalova Deniz otobüsü iskelesini seçtik. Herkes evinden kendisine en yakın Dış Hat İskelesine bisikleti ile geçecek, Yalova'da buluşarak yola çıkılacaktı. Şansımıza, seferlerin Yalova'ya varış saatleri de aynıydı, dolayısı ile karşıya geçildiğinde birbirimizi beklemek durumunda kalmayacaktık.
 
Emrah abiyle mükemmel bir zamanlama ile Bakırköy'de buluşup Yenikapı'ya doğru yola çıktık. Sabah saatleri olmasından dolayı sahil yolu biraz rahattı, dolayısıyla trafik anlamında bir sıkıntı yaşamadık. Yalnız Yenikapı'ya vardığımızda bir kaza geçirdik. Sol pedalı yol kenarındaki plastik yol ayırıcılara takılan Emrah abi bir patırtı ile yere düştü. Kendisinden önce ben oradan geçtiğim ve onu da aynı yerden geçmeye yönlendirdiğim için kendimi biraz suçlu hissediyorum. Çok şükür ki, biraz sıyrık dışında bir sorun olmadı.
 
Yalova'ya vardığımızda, tam da tahmin ettiğimiz gibi birbirimizi fazla beklemeden buluştuk. Hızlı bir tost/sandviç yeme seansından sonra en yakın eczaneden krem aldıktan sonra -Emrah abinin sıyrıkları için- yola düştük.
 
Yukarıdaki yükselti grafiğinde de görülebileceği üzere Yalova'dan Orhangazi'ye giderken pek sağlam ve uzun bir yokuşumuz bulunmakta. 7-8 km civarında olan bu yokuş, Soğucak rampası, beni yola çıkmadan önce epey korkutsa da gayet rahat tırmandığımı itiraf etmeliyim. Yine de kendimize eziyet olmasın diyerek 3-4 noktada mola verip fotoğraf çekerek tırmandık. Kondisyonu olmayan arkadaşlar da aynı şekilde rahatlıkla çıkabilirler diye düşünüyorum.
 
Şekil 3. Soğucak rampasını tırmanırken
 
Rampa boyunca yolun kenarında oldukça geniş bir emniyet şeridi olduğunu belirtmeliyim. Dolayısı ile ne bir aracın sıkıştırması ne de başka bir tehlike ile karşılaşmadan rampayı tırmandık.
 
Rampanın devamında ise çok güzel bir hediye vardı; hiç pedal atmadan ilerlediğimiz bir 8 km. Burada süratimiz epey arttı, özellikle dik kesimlerde GPS ölçümlerime göre 65 km hıza ulaştık. Bakıldığında bazı arabalarla ve kamyonlarla aynı hızda gidiyorduk. Lakin tehlikesini bildiğim ve daha önce hız kaynaklı bir kaza geçirdiğim için hızımızı biraz düşürdüm.
 
 
Video 1. Orhangazi'ye İniş
 
Orhangazi'ye indiğimizde ilk İznik yazan tabelayı gördüğümüzde yoldan çıktık ve yavaş yavaş göl tarafına yöneldik. Bu noktadan sonra yaklaşık 40 kilometre kadar yol gitmeniz gerekiyor, İznik'e varmak için. Gölün bu kısmında göl ile aranızda epeyce zeytinlik ve bahçeler var. Gölü çok rahat göremiyorsunuz. Kimi zaman tatlı yokuşlar da çıkabiliyor karşınıza, ancak büyük kısmının düz olduğunu söyleyebilirim.
 
Yolun büyük kısmında 2 kilometrede bir, bir kısmı akmıyor olsa da çeşme bulunuyor. Bu sayede mataranız hiç boşalmıyor. Özellikle "Ilıca" adı verilen mevkiiden kaynayan suyun şifalı olduğu belirtiliyor. Biz de suyun bulunduğu yerde durduk. Neden bilmem, suya bisikletleri de soktuk. Aşağıdaki videoda "suya girip serinleyeceğiz" demişiz ama, su hakikaten "Ilıca". Görüntüdeki serinlikten eser yok.
 

Video 2. Ilıca molası
 
Yolun farklı noktalarında, gerek çeşme başlarında, gerekse güzel meyve ağaçlarının altında kısa süreli birkaç kez durduk. Bunların bir kısmı soluklanma/su doldurma amaçlıydı, bir kısmı ise "yanlış alarm" idi. Aşağıda yanlış alarm sonucu "madem durduk, dinlenelim" modundaki duruşumuza ait bir fotoğraf görülmektedir.
 
Şekil 4. Murat Abi ve Ben, İznik yolunda
 
Bir iki noktada zorlanmış olsak da saat 4'e doğru İznik'e girdik. Açıkçası biraz yorulmuştuk, Orhangazi'den sonra başlayan stabilize yol hızımızı biraz kesmiş, titreşimden dolayı da bizleri biraz hırpalamıştı. "Herhalde bugün Orhangazi'ye geri dönemeyiz" demeye başlamıştık içten içe, ancak hemen öne atlayıp, "yemeğimizi yiyelim, çayımızı içelim, öyle karar verelim." savını ortaya attım. Gerçekten de, yemekten hemen sonra, su dengemizi de sağladıktan sonra kendimizi yeniden yola çıkmaya hazır hissetmiştik. Yola koyulma kararı aldık. Ve bakın, tam da o anda karşımıza kimler çıktı?
 
Şekil 5. İznik'teki bisikletlilerin süprizi
 
Yaklaşık 150 adet, uzun yoldan geldiği belli olan bisikletli grubu -tam olarak bir peloton değil- İznik'e giriş yaptı. Ertesi gün feribotta bu ekibin bir kısmını da görecektik. Ben fotoğraflarını çekerken poz vermeyi de ihmal etmediler. (İlgili etkinliği kaçırdığıma ayrıca üzüldüm. Buyrunuz: http://www.yuzyillikmacera.org/index2.php?sec_id_no=3)
 
İznik'ten Orhangazi'ye geri dönüş yolculuğumuza saat 18 gibi başladık. Bu sefer gölün güney kısmından geçen rotamızın üzerindeki manzaraların çok daha güzel olduğunu söyleyebilirim. Uzunca bir müddet enfes göl manzarası eşliğinde, güneşe karşı sürdük bisikletlerimizi.
 
Video 3. Orhangazi'ye dönerken
 
Yolun bir kısmında paldır küldür bir gürültü koptu; sabah yaşadığımız tatsız kazadan sonra "eyvah! kaza oldu yine!" diyerek frenlere asıldım ve ne olduğunu anlamak için bisikletten atladım. Gördüğüm manzara maalesef yanılmadığımı gösterdi: yine Emrah abi, yolun kenarındaki girinti çıkıntılardan birine düşmüş, lakin çıkamamış ve devrilmiş. Çok şükür ki yine birkaç sıyrıkla -bu sefer daha az- ekipmanına zarar gelmeden atlattık. Açıkçası çok korkmuştum.
 
Yaklaşık 25 kilometre boyunca dümdüz gittiğimiz yol, bir noktadan sonra inişli çıkışlı bir hal almaya başladı. Tam da bu esnada göğün gürlemesi "acaba ıslanacak mıyız?" sorularını gündeme getirmeye başladı.
 
Yokuşların en büyüğü Narlıca ilçesine çıkarken belirdi. GPS ölçümlerine göre yaklaşık 80 metre yükseldiğimiz bu yokuşta  5. Seviye bir tırmanış yaptığımızı söyleyebiliriz. Normal şartlarda hafif sayılabilecek bir yokuş olmasına rağmen kondisyonsuz olmamız ve oraya varana kadar epey enerji harcamamız dolayısıyla epey yorulduk ve zirvede bir kahvede çay içme kararı aldık. Sanırım, şu ana kadar içtiğim en lezzetli, bünyeme en iyi gelen çayları içtiğimi söyleyebilirim. Tam bu anda okunan akşam ezanı da havanın biraz sonra tamamen kararacağını, acele etmezsek zifiri karanlıkta pedallayacağımızı işaret etmekteydi.
 
Narlıca zirvede bulunduğundan dolayı, yaklaşık yarım saatlik molamızdan sonra yola düştüğümüzde bir süre pedal atmadan epey mesafe -yaklaşık 3 km- gidebildik. Bu anlardan sonra hem trafik yok denecek kadar azalmış, hem de artık karanlık çökmüştü. İki bisikletin üzerinde bulunan farlarla kendimizce yolu aydınlatıp sürüşe devam ettik.
 
Açıkçası benim için çok heyecan verici bir deneyimdi. Işığı bile kendi gücümle ürettiğim, tekerleğimin ön kısmının, önümdeki 3-4 metrenin ve yol kenarlarında parıldayan kedigözlerinin haricinde hiç birşeyi göremeden bisiklet sürmek gerçekten heyecan vericiydi. Arkadaşınızı görmeseniz de zincirinin sesini hissettiğiniz, nadir de olsa kendi sesini duyduğunuz; arada bir karanlığı yırtıp da "abi iyi misiniz?" dediğiniz anlar. Tek tük karşıdan gelen araçların sizin gözünüzü almamak için hüzmelerini kısan araçlar... Tarifi imkansız.
 
Orhangazi ilçesine girene kadar bu şekilde, zifiri karanlıkta sürdük bisikletlerimizi. Göl seviyesine indiğimizde ve ilçeye yaklaştığımızda balık tutmak için su kenarına gelmiş insanlar görmeye başladık. Kendi adıma konuşayım; aracı olan insanlar görünce biraz daha rahatladım. Zira karşımıza bir hayvan çıksa ne yapacağımızı düşünüyordum.
 
Orhangazi'ye girmek üzereyken epey rüzgar yediğimi, ateşimin yükseleceğini hissettim; bu esnada bir 10 dakikalık mola verdik, bir ateş düşürücü aldım ve devam ettik. Son 10 dakikalık yolumuz kalmıştı. Son bir gayret, Murat Abi'lerin zeytinlik içerisindeki bağ evine doğru tırmandık. Nihayet, gece 23:00'da eve girebilmiştik. Yapılması gereken belliydi: hızlı bir duş, yoldan aldığımız Trabzon ekmekleri ve güzel bir uyku.
 

ve ikinci gün...

 
Ertesi gün Murat Abi, çok sevgili babası ve Emrah Abi ile eşsiz bir sohbet ve tadına doyulmaz bir kahvaltı yaptık. Erken kalkmış olmamıza rağmen muhabbet o kadar koyulaştı, çayın tadı o kadar tatlı geldi ki evden biraz geç çıkmak durumunda kaldık. Hadi, bahçedeki meyvelere de bakalım derken ancak 13:30 gibi evden ayrılabildik. Feribota yetişebilmemiz için saat 18:00'dan önce Mudanya'ya varmamız gerekliydi; dolayısı ile önümüzdeki 46 kilometrelik yolu seri olarak tamamlamak üzere tekrardan yola düştük.
 
 
 
Şekil 6. Murat Abi'lerin bahçelerinden ayrılamadığımız anlar
 
Orhangazi'den Gemlik'e kadar olan yaklaşık 22 kilometrelik mesafeyi oldukça rahat bir şekilde katettik. Aşağı doğru bir eğim olmasından dolayı gayet hızlı bir şekilde, parkurun bu kısmını tamamladık. Bu noktada mola verdik, zira Gemlik çıkışında bizi bir miktar zorlayacak bir yokuş bulunmaktaydı.
 
Şekil 7. Uzun yol tepen, rampalarda kahrımızı çeken bisikletlerimiz
 
Şekil 8. Gemlik'te, deniz kenarında dinlenmece
 
Gemlik'ten ayrılır ayrılmaz Bursa yolu üzerindeki rampaya gözlerimizi kısıp şöyle bir baktık. "Aşarız ki biz bunu" diyerek başladık pedal çevirmeye. Kolay olmasa da aşabildik rampayı. Zaten yaklaşık 1,5 - 2 kilometre olan rampayı aştıktan sonra yokuşu inmeye başlıyorsunuz. Aşağı yukarı, kamyonlar ile aynı hızda inmeye başladık. Çok geçmeden "Kurşunlu" ayrımını gördük ve oradan ayrıldık. Açıkçası buradan sonra Kurşunlu'ya kadar çok keyifli, dümdüz, zeytin bahçeleri ile çevrili bir yoldan geçtik. Çeşmesi de bol bir rotaydı burası. Üstüne üstlük yoldan geçen arabaların bir çoğunun bize selam vermesi de keyfimizi epey yerine getirdi. Resmen zevkle bastık pedallara...
 
Şekil 9. Kurşunlu yolunda, Gençali yakınlarında bir çeşmede
 
Kurşunlu beldesinin içinden geçerken çok şaşkındım, zira böyle bir belde beklemiyordum açıkçası. Rahat yerleşmiş, denize girilen plajları, villa siteleri olan, güzel bahçeli evlere sahip şirin bir beldemizmiş Kurşunlu. Yazlık ev sahibi olmak için ideal bir yer diyebilirim. Biz de bu yerde birer dondurma yemek için durduk.
 
Kurşunlu'dan çıktıktan sonra bol miktarda yokuş/iniş ikilisi görünmeye başladı. Üstelik bu inişler ve çıkışlar %7 - %10 mertebelerinde... Bilgisayar başında hazırladığımız yol planında bu derece ciddi görünmüyordu, ancak bizi epey yorduğunu, hızımızı epeyce düşürdüğünü söyleyebilirim. Açıkçası "acaba feribota yetişebilir miyiz?" diye düşünmeye de başlamıştım. İnişlerin de epey zor olduğunu söylemeliyim, zira çok dik ve virajlıydılar. Açıkçası fren yapamadığım -yaptığım taktirde tekerleğin kilitlendiği- yavaşlayamadığım, zor dönebildiğim bir viraj vardı; uçurumun dibine bir karış kala dönebildim. Yine bir itiraf, epey korktum.
 
Son yokuş ise epey dikti; lakin bizi güzel bir sürpriz ile karşıladı. Yüz ifadelerinden ne kadar zorlandığımızı belki anlaşılabilir. Vatana millete faydam olsun diye tabelanın düşmüş olan somunlarını da sıktıktan sonra Güzelyalı'ya doğru inişe geçtik.
 
Şekil 10. Mudanya'ya giriş.
 
 
3-4 dakika içinde feribotun kalktığı yere kadar geldik. Saatlerimiz 17:20'yi gösteriyordu. Kurtlar gibi de açtık. Kısa bir piyasa araştırmasından sonra cağ kebabı yemeye karar verip, hızlı bir şekilde tükettikten sonra kendimizi feribota attık ve İstanbul - Yenikapı'ya doğru, tatlı bir yorgunlukla yol almaya başladık.
 
Yenikapı'ya vardığımızda Emrah Abi ile benim 10 km'lik bir yolumuz vardı, Murat Abi ise Bostancı'ya kadar bisiklet ile geçecekti. -Planımız bu değildi, lakin İdo sefer rehberini yanlış okuduğumuzu Yenikapı'ya inince farkettik- Neticede keyifli bir haftasonu etkinliğimiz oldu.
 

özetle...

Toparlamak gerekirse Yalova İznik Mudanya turu İstanbul'da oturup da haftasonu gerçekleştirmek için çok uygun bir tur diyebilirim. Orhangazi yerine İznik'te mola vermek de tercih edilebilirdi; açıkçası bizim imkanımız olduğu için Orhangazi'de kaldık. İmkanı olmayanlar için kesinlikle İznik'i öneririm. Biz çevreyi gezemedik, çevreyi gezmek de keyifli olabilir. Özellikle göl kenarındaki halka açık masa sandalye gruplarında takılma ve göle karşı uzanıp uyuma eylemlerini gerçekleştiremedik, içimizde kaldı. Kısmetse bir dahakine.
 
Asfalt durumuna gelirsek; Yalova - Orhangazi arası 1. sınıf asfalt; Orhangazi - İznik (Kuzey) ve  İznik - Orhangazi (Güney) arası zift üstüne mıcır -biraz yoruyor ve titreşim oluşturuyor-, Orhangazi - Gemlik - Kurşunlu ayrımı 1. sınıf asfalt, Kurşunlu ayrımı - Altıntaş (Kurşunlu'dan sonraki köy) zift üstüne mıcır, Altıntaş - Mudanya yer yer toprak, yapım aşamasında, çoğunlukla zift üzerine mıcır; ancak kalitesi Kurşunlu ayrımı - Altıntaş'tan kötü.
 
Rampa durumuna gelirsek; Yalova -Orhangazi arası tek ve uzun bir çıkış/iniş var, Soğucak yokuşu; Orhangazi - İznik arası kuzeyde bir iki rampa var, çok uzun değiller; güneyde ise Narlıca yakınlarında inip çıkmalar başlıyor, Narlıca'ya tırmanırken uzunca bir yokuş var, yukarıda kalmış bir yerleşim. aşağı indikten sonra Orhangazi'ye kadar ciddi bir iniş çıkış yok, sürekli göl hizasında seyrediyorsunuz. Orhangazi - Gemlik arası çoğunluk iniş, gerisi düzlük; Gemlik sonrası 1,5 - 2 km rampa sonrası iniş, inişin ardından Kurşunlu'ya dek neredeyse deniz hizası - düz. Kurşunlu Altıntaş arası hafif iniş çıkış; Altıntaş Mudanya arasında ise ciddi iniş/çıkışlar var. 1. vitese düşüp, on pedal atıp 2 metre ilerliyorsunuz -abartmayı da pek severim-.
 
Tura ait MapMyRide bağlantıları ise aşağıda verilmiştir.
 
 

ve tabii ki gezimin kaçınılmazı, seyir defterimden notlar:

 
08.06.2013
07:25 Cami önü buluşma
07:59 Yenikapı kaza :(
08:10 Yenikapı iskelesi IDO, koltuk no 371,372
08:40 IDO, siyaset, Gezi parkı muhabbeti, MHP'li mali müşavir amcamız, Urfa muhabbeti...
16:20 Köfteci Yusuf
17:00 150 Bisikletçi, Yüz Yıllık Macera Etkinliği
17:15 Melodi Cafe
20:30 Narlıca, Kahve... Öldük Öldük...
22:00 Zifiri karanlık, iki bisikletin yolda gezen ışıkları
23:00 Murat Abilerin evine giriş, tatlı yokuş, bahçede çamura saplanış. Duş ve güzel bir uyku.
 
09.06.2013
13:30 Evden ayrılış
14:28 Gemlik'e varış. inanılmaz rüzgar
16:15 Kurşunlu, Roma dondurması, güzel villalar. Yol çok güzel, düz, zeytinlikli
16:30 Altıntaş. Bir sürü iniş çıkış, %10 eğim iniş, %7-9 eğim çıkış. Bol viraj. bir virajı alamıyordum.
17:10 Mudanya tabelası. Son yokuş. Ama ne yokuş.
17:20 Güzelyalı, yemek güzel, cağ kebabı.
17:50 Herkes binmiş, bisikletleri bağladık, yukarı çıkana kadar feribot hareket etmiş..
 
 
Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim
 
 
 

17 Aralık 2012 Pazartesi

İstanbul'daki Bisiklet Yolları

Bisiklet yolları, şehirler ve metropoller için adeta bir gelişmişlik göstergesidir. Yurtdışındaki gelişmiş ülkelerin şehirlerine baktığımızda hemen hepsinde hem bisiklet kültürünün oluşmuş olduğunu ve kullanım oranlarının yüksek olduğunu, hem de şehir belediyelerinin bu bisikletler için yatırım yapmış olduğunu görmekteyiz.


Şekil 1: Poznan'da bir bisiklet yolu

Geçtiğimiz aylarda İstanbul'da gerek Avrupa'da gerekse Anadolu Yakası'nda sahil boyunca yaya yollarının yanında bisiklet yolları yapılmış, lakin araç sürücülerinin ve yayaların zihninde bir bisiklet kültürü oluşmadığı için bu yollar verimli kullanılamamıştı. Araçların bisiklet yollarına park etmeleri, yayaların da yine bu yollarda yürümeleri bisiklet kullanımını tatsız hale getirmeye başlamıştı.

Sorduğunuzda "aaa, burası bisiklet yolu muymuş?" şeklinde aldığınız cevaplar aslında durumu özetler nitelikteydi. Belediye birşeyler yapmak istiyordu, lakin vatandaşların zihninde bisiklet algısı oluşturulmadığından doğru yatırım yapılamıyordu.

Büyükşehir Belediyesi ise sorunu fiziksel olarak ayrılmış yollarda buldu. Zeytinburnu'nda, sahilden gelip, Veliefendi Hipodromu önünden geçip Güngören'e doğru giden yolun sağdaki şeridi araç trafiğine kapatılarak, fiziksel olarak ayrılmış, bisikletliler için de sinyalizasyonu gerçekleştirilmiş bir yol yapıldı.


Şekil 2: Zeytinburnu, bisiklet yolundan bir görünüş

Bu yolun bir benzeri de Anadolu Yakası'nda Bağdat Caddesi'ne yapıldı. Yolun sol tarafındaki tek şerit kapatıldı ve ayraçlarla fiziksel olarak yoldan ayrılarak bisiklet yolu haline getirildi. Bisiklet camiası şaşkınlık ile birlikte çok sevinçliydi bu yatırım sonucunda. 1-2 sene önce hayal gibi görünen; yalnızca Avrupa kentlerine özgü sanılan bisiklet yollarını kendi memleketlerinde görüyor olmak İstanbullu bir bisikletsever için cennette olmak gibi birşeydi. Arkadan gelen fren ve korna sesleri olmaksızın, sırf zevk için sıkıştıran araçlar olmaksızın bisiklet ile seyretmek...


Şekil 3: Bağdat Caddesi, bisiklet yolundan bir görünüş

Gelelim geçtiğimiz günlerde yaşanan olaylara. Geçtiğimiz hafta, 14 Aralık'ta (cuma günü) her zaman olduğu gibi yol kilitlenmiş, Kadıköy Belediyesinin telefonları trafikte kalan ve mağdur olduğunu iddia eden vatandaşlar tarafından çağrı yağmuruna tutulmuştu. Belediye de zor durumda kalmış ve Büyükşehir'den yolu sökmesi talebinde bulunmuştu. Bu nedenle 24 saat geçmeden kurulu olan ayraçlar sökülmüş, yol tekrardan araç trafiğine açılmıştı.

Bu durum bisikletseverleri bir hayli kızdırdı. Yolun zaten çok önceden yapılmasının gerektiğini, bunun için geç kalındığını, yolu tıkayanın bisiklet yolunun olmadığını, aksine köşebaşlarını durak gibi kullanan dolmuş-taksilerin; yol kenarlarını otopark gibi kullanan şahısların oluşturduğunu söyleyerek Pazar günü bir eylem gerçekleştirdiler. Bu eylemde bisikletleri ve pankartları ile gelen bisikletseverler yolun gezi için değil, ulaşım için kullanıldığını, mağdur olduğunu iddia eden insanların aslında trafiği kendilerinin oluşturduğunu savundular. Ayrıca bu eylemi yol tekrar kuruluncaya kadar her pazar saat 14:00'te tekrarlayacaklarını vurguladılar.



Video 1: Bisikletseverlerin Bağdat Caddesindeki eylemi, NTV canlı yayın

Yolun ilerideki durumu hakkında Büyükşehir Belediyesi tarafından henüz net bir açıklama yapılmadı. Yalnızca bir televizyon programında Kadir Topbaş'a bisiklet yolunun neden kaldırıldığına ilişkin bir soru yöneltildi, Kadir Topbaş ise 1050 km'lik bisiklet yolu planının hazır olduğunu söyledi, ancak bu sorunun cevabı alınamadı. Bir şehir olarak bisiklet kültürü ile tanışmamız için büyük bir fırsattı, ancak bunun olup olmayacağını sanırım zaman gösterecek.


Video 2: Kadir Topbaş'ın canlı yayında bisiklet yolu ile ilgili yorumları, Kanaltürk

Benim kişisel kanaatim, bu yolun hem kurulması, hem de kaldırılması gerçekten yaşanması gereken iki olaydı. Bu sayede taraflar birbirinin farkında olacaklar herşeyden önce. En azından bisikletlilerin kendilerini farkettirdiği bir olay oldu bu.

Büyükşehir'in burada yapması gereken sert durup bundan sonra geri adım atmamaktır. -sanırım bu konudaki en benzer ve net örnek metrobüs yoludur- Bisiklet yolları ile ilgili standartların oluşturulup tüm yolların bu şekilde inşa edilmesini sağlamaktır. Nihayetinde seneye de olsa, 20 sene sonra da olsa bu yollar yaşantımıza girecektir. İnsanların zihinlerinde bisiklet algısı oluştuktan sonra zaten gerisi iplik söküğü gibi gelecektir.

Saygılarımla.

9. Gün Notları

Kuşadası, normalde daha uzun olan, lakin daha fazla zevk alabilmemiz için kısaltmış olduğumuz yarım Ege turumuzun son durağı... Otobüs biletlerimizi aldık, 3 gün sonra artık bisikletlerimizi bagaja atıp döneceğiz İstanbul'a. Buna karşın buralarda hala görmek istediğimiz yerler var, ki girişi Kuşadası'dan 25 kilometre güneyde olan Dilek Yarımadası Milli Parkı bunlardan en çok görmeyi arzu ettiğimiz... Dönmeden önce mutlaka buraya uğramak istiyoruz.

Kuşadası'na vardıktan sonraki gün kendimizi plajlara verip ondan sonraki gün de koy koy gezmek üzere tekne tepelerinde takılıyoruz. Açıkçası koyların büyük kısmını yolda gelirken zaten gördük, bir tek yüzmemiştik; bunu da yapmış bulunduk.

Dönüş gününe ise Dilek Yarımadası'nı bıraktık. Gündüz oraya gidecek, Zeus mağarasındaki +4 C sıcaklıktaki suyun içine girip bütün yorgunluğu atacak, koyları gezip orada da denize girecek, Milli Parkın tertemiz havasını ciğerimize çekecek ve İstanbul'a dönmek üzere tekrar Kuşadası'na dönecektik plana göre. Nitekim yolda çıkan bir takım sıkıntılar bizi plandan saptırmadı ve eksiksiz gerçekleştirdik tüm planı. Gelelim günlüğümüze, bakalım neler yaşamışız...

Saat 11 gibi,  3 gün boyunca kaldığımız Bahar Pansiyon'un sahibi ile vedalaşıp pansiyonu terkettik. Yola çıkmadan önce her sabah yaptığımız gibi bisikletlerimizi kontrol ettik. İkimizin lastiklerinin inik olduğunu görünce sıvadık kolları ve iki bisikleti de servise aldık ayrı ayrı... Başlangıçta Necati'nin bisikletindeki sorun daha can sıkıcı görünüyordu, yedek aldığımız iç lastiklerin jant deliğine tam oturmaması epey canımızı sıktı, ayrıca bir o kadar da vaktimizi aldı. Benim ön lastiğimdeki iç lastikteki sorunu çözdüğümü sanıyordum, ancak ileride epey yanıldığımı anlayacaktım.

Yola çıktıktan yaklaşık yarım dakika sonra ön tekerin tekrar indiğini gördüm. Artık yama tutmayacağını anlamıştım; Bunun üzerine Necati'yi bir bisikletçi bulması için gönderdim. Sağolsun, aradı taradı, lakin bisikletime uygun bir lastik bulamadı... Yamayı tekrardan tamir etmek tek çarem gibi görünüyordu, ya da yola çıkmayacaktık. Tabii ki bunu bir opsiyon olarak görmedim, tamire giriştik. Tekrar toplayıp yola düştük.

Yolda ön lastiğin basıncı 3-4 kilometrede bir iyice düşmeye başladı. Öyle ki, beni yorması bir yana, sürüş güvenliğimi de tehlikeye sokmaya başlamıştı. En sonunda, zor zamanlar için Decathlon'dan satın almış olduğum lastik onarıcı köpüğü kullanma kararı aldım.

Söz konusu tamir edici köpüğün işe yarayıp yaramayacağından pek emin değildim; işe yarasa bile "lastiğe nasıl etkisi olacak", "sürüşümü bozacak mı?" gibi sorular kafamı kurcalıyordu. (eminim hiç kullanmayan arkadaşların da öyledir) Ancak kaygılarımın yersiz olduğunu tamir köpüğünü iç lastiğin içine sıktıktan hemen sonra anladım. Lastik tamamen şiştikten sonra biraz ilerleyip pompa ile de üzerine hava basınca eskisini aratmayacak kondisyona ulaştı; ardından yolumuza devam ettik.

Dilek Yarımadası, Güzelçamlı beldesinin hemen bitiminden itibaren başlıyor. Milli Park girişinden hemen önce solumuzda Zeus Mağarası tabelasını görüyoruz. Kuzenimden almış olduğum tavsiye ile hemen dönüyoruz tabelanın gösterdiği yöne, zaten mağaranın da hemen yolun dibinde olduğunu farkediyoruz. Mağaranın özelliği şu; içerisinde soğuk ve tatlı su var. Ne kadar soğuk derseniz, gece, gündüz, yaz, kış 4 derece imiş. Diğer yerli  ve yabancı turistler gibi biz de derhal suya giriyoruz. Sonuç, su hakikaten soğuk!

Milli Parka bisikletlerle girer girmez tertemiz havayı hissetmeye başlıyoruz. Sık orman içerisinde, sağ tarafımızdaki masmavi deniz ve sımsıcak güneş eşliğinde pedal atmaya başlıyoruz. Ortam, manzara o kadar güzel ki, yokuş yukarı pedal attığımızı bile farketmemişiz.

Dilek Yarımadası'nda gece kalmak yasak; eskiden serbestmiş, lakin artık kalınmıyormuş. Buna karşın kumsallarında denize girilebiliyor. Güzelçamlı beldesine yakın sayılabilecek mesafede 3 adet kumsal bulunmakta, bunlardan ilki girişten sonra 1. kilometrede, ikincisi 7. kilometrede, üçüncüsü ise 11. kilometrede bulunmaktaydı (hatrımda kaldığı kadarıyla, yanılıyor olabilirim.) Biz ikincisini seçtik, zira birincisi çok yakındı ve yalnızca amacı denize girmek olan insanların akınına uğramıştı. üçüncüsü ise haliyle, uzaktı.

Enfes bir denizi var Dilek Yarımadası'nın. Belki de bu yaşıma kadar girdiğim en iyi sıcaklık-zemin-dalga-temizlik kombinasyonuna sahipti. Katettiğimiz onca kilometreyi anında unutuverdik. Derken süprizler belirdi arkamızda; burada yaşayan, insanlara alışık olan domuzcuklar varmış. Özellikle piknik yapan ve artanları domuzlara veren insanlar sayesinde epey bir evcilleşmişler ve insanlardan korkmaz olmuşlar.

Hava hafiften kararmaya başladığında yavaş yavaş dönüş hazırlıklarına başladık. Herşeyimizi toplayıp dönüş yoluna koyulduk. Akşam 20:30'da Kuşadası'ndan kalkacak olan otobüsümüze yetişmek için seri bir şekilde pedalladık. Zaman problemimiz yoktu, lakin olur ya, lastik patlar, zaman kaybederiz bir şekilde diyerek temkinli bir şekilde yola çıktık.

Dilek Yarımadasından çıkışımızı sanırım hayatım boyunca unutmayacağım. Ellerimizi bırakıp, hatta iki ana açıp, yokuş aşağı kuşlar gibi salındığımızı, rüzgarı hissettiğimizi hatırlıyorum. O kadar ki, bu mutlu anın fotoğrafını bile çekememiştim. Yolun geri kalanı da bir o kadar güzeldi. Güneşin üzerimize batması, aynı zamanda turumuzun da sonu olduğundan hüzünlendirmişti bizi.

Kuşadası'nda yeni otogarın biraz yukarıda oluşu son dakikalarımızda epey yorulmamıza yol açtı. Buna rağmen hızımız çok kesilmedi ve otobüsün kalkışına 1 saat kala otogara varabildik. Üzerimizi başımızı değiştirip, nefeslenip otobüsümüzü bekledik. Bir de birbirimizi tebrik merasimimiz oldu haliyle... Vakit gelince de Kamil Koç yine bizi şaşırtmadı ve bizim için özel bir bagaj alanı açtı. Bir kez daha Kamil Koç yöneticilerine, şöförlerine ve muavinlerine teşekkür etmek isterim buradan.

Tadı damağımızda kaldı tabii ki bu turun. Kısmetse seneye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yazı serisini okuyup da bize katılmak isteyen arkadaşlar olursa başımızın üzerinde yeri vardır her daim.

Sağlıcakla kalınız.

19 Eylül 2012 Çarşamba

8. Gün Notları...

İzmir'de yeterince dinlendikten sonra bir sonraki durağımız olan Kuşadası'na doğru yola çıkıyoruz. Güzergahımız, Gaziemir'den geçerek Menderes tarafından İzmir'i terketmeye, ardından Ahmetbeyli'den geçerek Kuşadası'na yönelmeye dayanıyor ve bu toplamda 80 kilometrelik bir mesafeye tekabül ediyor. Yola haritadan baktığımızda, bir barajın (tahtalı Barajı) yanından geçeceğimizi görüyoruz, bu da bize bir miktar yükselti tırmanacağımıza dair ipuçları veriyor.

Şekil 1: 8. Gün için gözümüze kestirmiş olduğumuz rota

Besmeleyle başlıyoruz pedallar çevirmeye. Günlerden pazartesi olmasından dolayı İzmir çıkışına kadar, özellikle Gaziemir tarafında yoğun bir trafik bizi bekliyor. Bol miktarda ışık bekledikten ve araçların arasından sıyrılırken epeyce düşüyor ortalama hızımız. Bisiklet de takılır mı trafiğe demeyin, takılıyor işte. Hatta bu trafik benim için o kadar dert oluyor ki, aracın biri beni kaldırıma sıkıştırdığında pedalımı kaldırıma vuruyorum ve yolculuğumun geri kalanı boyunca bisikletimden gelen tak, tuk seslerini dinliyorum. (Bu yazıyı yazarken dahi sesin tam olarak nereden geldiğini bilmiyorum, henüz keşfedemedim)

Yolda bir de zincirleme kazaya şahit oluyoruz. Ancak bizim için tehlike arzedecek bir durum oluşmuyor o anda.

Kahvaltımızı yapmadan çıktığımız için ilk molayı kahvaltı da yapabileceğimiz, ancak en aşağı 1 saat sürdükten sonra varacağımız bir yerde vermek istiyoruz. Bunun için Menderes biçilmiş kaftan oluyor bizim için. Çıkış noktamızdan yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta olan Menderes'de yol üzerinde bir börekçide kahvaltımızı yapıyoruz. Börekçinin zengin kahvaltı tabağı da sunabildiğini görünce ağzımız kulaklarımıza varıyor ve büyük bir neşe içerisinde kahvaltımızı yapıyoruz.

Yaklaşık 50 dakika sonra, tam da yola çıma kararı almışken arka tekerime hain bir pıtrağın saplanmış olduğunu görüyorum. Hemen yolun karşısına, polis lojmanlarının önündeki gölgelik alana geçip tamir işlemlerine başlıyoruz. Bu işte epey ustalaştığımızı görüyoruz, zira 10 dakika içerisinde işlemi hallediveriyoruz.

Tam tamiri bitirmiş, yola çıkıyoruz ki, ön tekerleğimin de yerle bir olduğunu görüyorum. (ki bu noktadan sonra ön tekerim sürekli problem çıkarmaya başlıyor). Bir patlak göremediğim için ilk etapta siboptan şüpheleniyor ve yalnızca  hava basmak ile yetiniyorum. Dua etmeyi de ihmal etmiyorum bol bol sorun çıkmasın diye, zira önümüzde 61 km kadar yol bulunmakta en az.

Yol Menderes'e kadar kaliteli bir şekilde devam ediyor ancak Menderes'ten 5 km sonra gelen Kuşadası ayrımından itibaren yol kalitesi ciddi bir biçimde düşüyor. Bu durum hem hızımızı düşürüyor, hem de bizi yormaya başlıyor. Buna rağmen yazımın başında belirtmiş olduğum yüksek noktaya da gelmiş oluyoruz, dolayısı ile korktuğumuz başımıza gelmiyor. Daha ciddi bir tırmanış bekliyorduk çünkü.

Yol üzerinde çeşitli noktalarda çeşmeler görüyoruz. Sık sık durup hem kaskımızı, hem vücudumuzu yıkıyor, bol bol su içiyorduk. Bu anlamda, bisikletçi arkadaşlar bu güzergahı kullanmakta çekinmesin. Ege burada da bolluğunu gösteriyor.

Çamönü beldesinden ve küçük küçük köylerden geçerek tatlı inişlere başlıyoruz. Buralarda ortalama hızımız 20 km/s'lerden 30'lara çıkıyor. Keyifli bir yolculuk oluyor yolun bu kısmı açıkçası. Trafiğin de çok rahat olduğunu söyleyebilirim. Yol stabilize olmasına rağmen sürekli geniş bir emniyet şeridi bulunmakta.

Ahmetbeyli'ye gelince denizi görüyoruz. Kısa bir "denize girsek mi, girmesek mi?" kararsızlığından sonra yalnızca marketten aldığımız soğuk suları içip yola devam etme kararı veriyoruz. Kuşadası'nda denize girme fikri daha çok cezbediyor bizi.

Açıkçası yolun zor olan kısmı Ahmetbeyli'den sonra başlıyor. Sahil şeridinde bolca iniş çıkış yapıyoruz. İnişlerimiz gayet hızlı olmasına rağmen çıkışlarımız epeyce hızımızı düşürüyor. Epeyce dik yokuşlardan bahsediyoruz (ancak ikinci gün denk geldiğimiz kadar yorucu değiller.) dolayısıyla bisikletçi arkadaşlar bunu göz önünde bulundursunlar. Yalnız bu noktadan sonra inanılmaz manzaralar da başlıyor, Tırmanışlar ve inişler boyunca sağ tarafınızda gerçekten harika koylar bulunmakta.

Selçuk ayrımına doğru yol iyice yataylaşıyor, lakin buralarda sıcak da kendisini biraz gösteriyor. Ayrımı geçtikten sonra Kuşadası'na yaklaşırken tırmanıyoruz iki - üç defa, ancak ciddi tırmanışlar değiller. Yalnızca yolumuzun sonuna geldiğimizden ötürü etkisini bünyemizde biraz fazla gösteriyor.

Kuzey taraftan hızlı ve şaşaalı bir giriş yaptıktan sonra şehir merkezinde kısa bir turun ardından güzel ve eski bir pansiyona yerleşiyoruz ve Kuşadası'nın tadını çıkarmaya başlıyoruz. Burası turumuz boyunca son durağımız olacak, lakin dönmeden önce 50 km'lik bir yolumuz daha olacak: Dilek yarım adasına gidip geleceğiz.

Şekil 2: Kuşadası Limanı önünde, gayet kararmış ve yorulmuşken çekilmiş bir poz


Aşağıdaki linklerde İzmir - Menderes yolu ile, Menderes - Kuşadası yolunun detayları bulunmaktadır.

İzmir - Menderes Yolu
Menderes - Kuşadası Yolu

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere,
Saygılarımla...

15 Eylül 2012 Cumartesi

7. Gun Notlari...

Aliaga'da gecirdigimiz guzel ve serin aksamdan sonra otelimizde derin bir uyku cekerek 7. gune uyaniyoruz. Kahvaltimizi yapar yapmaz 8.30 gibi yola dusuyoruz. Yolumuz bugun Izmir'e kadar uzaniyor. Canakkale - Izmir asfaltini kullanarak Menemen uzerinden gecip Karsiyaka tarafindan Izmir'e girmeyi planliyoruz. Hesabimiza gore yaklasik olarak 55 km gibi bir yol onumuzde beklemekte.

Yol bekledigimiz gibi sikintisiz bir yol, sanayi bolgelerinden geciyoruz ancak emniyet seritleri yol boyunca bir kamyonu alabilecek kadar genis oldugundan yogun trafik altinda dahi emniyetli bir bicimde yol aliyoruz. Asfaltin da kaliteli olmasindan oturu hizli bir sekilde yol aliyoruz.

Yola cikarken cografyayi cok iyi bilmiyordum, denizden uzaklastigimiz icin yukselecegimizi ve saglam yokuslar tirmanacagimizi dusunuyordum, lakin yorucu bir tirmanisa rastlamiyoruz. Daha cok bir ovadan geciyor gibi geciriyoruz yolculugumuzu.

1 saat 10 dakika sonra 26 km uzakta bulunan Menemen'e variyoruz. Burada bir cay bahcesine gecip keyif cayimizi iciyoruz. Yavru kedi gorunce cildiran ve kedileri de cildirtan biri olarak ben, cay bahcesinde bulunan 4 kediyi (bir de Necati'yi) cildirttiktan sonra tekrar yola cikiyoruz.

Geriye kalan 30 kilometremizi kat ederken Izmir'de yasayan kuzenimle Konak tarafinda bulusmak uzere sozlesiyoruz. Hal boyle olunca Karsiyaka'dan Konak tarafina vapurla ya da bisiklet ile gecme arasinda karar vermemiz gerekti. Izmir'e erken giris yapinca korfezi bisiklet ile gecme kararini aldik.

Resim 1: Izmir'e kuzeyden girerken.
 
Izmir'e girdikten sonra Konak'a kadar anayolu takip ederek gittik. Anayolun arac trafigi bir hayli yogun ve ortalama arac hizi epeyce yuksek olmasina ragmen cok sikinti cekmeden ilerleyebiliyoruz. Acikcasi Istanbul'daki sahil yolunun yogunlugundan sonra cok da bizi rahatsiz etmiyor, lakin yine de seyahatimiz boyunca bu denli yogun trafik gormedigimiz icin ilk basta yadirgiyoruz.
 
Nihayetinde Liman'i ve Alsancak'i gecip konak tarafina variyor ve kuzenim ile bulusuyoruz. Burada bisikletleri birakmak icin bisiklet parki bulmakta zorlaniyoruz. Bu nedenle en yakin acik otoparka gecip pazarlik yapiyoruz ve 5 TL'ye iki bisikleti de aksama dek park ediyoruz.
 
Sekil 2: Alsancak'ta "Leyla ile Mecnun"a gonderme.
 
Ilk yaptigimiz sey susuzlugumuzu ve seker seviyemizi duzenleyecek bir yer ariyoruz. Bu noktada kuzenim mukemmel bir oneride bulunuyor ve "taze meyva suyu icelim" diyor. Buyuk bardakta 2 TL'ye oyle bir meyva suyu kokteyli iciyoruz ki, doyamiyor ve ayni dukkani Istanbul'da da acalim diye is fikirlerini ucusturuyoruz kafamizda. Oyle bir meyvasuyuydu ki ictigimiz, Istanbul'da icmeye kalksak minimum ucreti sanirim 10 TL civari olurdu.
 
Sekil 3: Tadiyla, fiyatiyla inanilmaz meyvasuyu saticisi onunde.
 
Meyvasuyumuzu hizlica tukettikten hemen sonra tarihi Kizlaragasi Hanina geciyoruz. Burasi, Istanbul'daki Kapalicarsi ile Misir Carsisi arasinda bir konsepte sahip. Yalniz biraz daha bakimli, bu haliyle cok begendim kendisini. On tarafinda balik izgara yiyip hanin ust katina cikarak birer kahve iciyoruz. Yedigimiz baligin ve ictigimiz kahvenin kalitesi bir yana dursun, inanilmaz uygun fiyata cikiyoruz handan. Oyle ki, ucumuzun toplam verdigi para ile Istanbul'da birimiz yiyip icemezdik ayni seyleri.
 
Son olarak geri kalan zamanimizda da Alsancak, Kibris Sehitleri Caddesi ve Kordon'u gezerek harcadik. Ertesi gun yola cikma planimiz olmadigi icin gece boyunca rahat rahat gezdik.
 
Aliaga'dan Izmir'e olan yolumuz ile ilgili geri kalan detaylara asagidaki linklerden ulasabilirsiniz.
 
 

14 Eylül 2012 Cuma

6. Gun Notlari

6. gunumuzu Dikili'den Aliaga'ya gitmek uzere programliyoruz, yol arkadasim Necati ile birlikte. Bu yol yaklasik olarak 54-55 km arasi bir yol, parkur olarak da haritadan baktigimizda yukselti anlaminda pek bizi zorlayacak gibi durmuyor. Biz de yolu iki kisima bolup cikiyoruz, kahvaltimizi yaptiktan hemen sonra.

Daha ilk pedali atmadan goruyoruz ki, arkadasimin arka lastik basinci sifirlanmis. Hic ugrasmadan, dun gormus oldugumuz bir bisikletcinin yanina gidiyoruz. Ilk once, hep yaptigimiz gibi yilmadan, kendisinde ince siboplu 26 inc ince ic lastik bulunup bulunmadigini soruyoruz ve bir kez daha olumsuz yanit aliyoruz. Olsun deyip, basliyoruz ustalasmis oldugumuz yamalama islemine. Goruyoruz ki metal bir tel ic lastigin bir tarafindan girmis, diger tarafindan cikmis. Lastigi dorduncu kez yamalayip yola cikiyoruz boylece.

Yolu iki kisima ayirdigimizi soylemistim. Gunlerden cuma olmasindan oturu cuma namazini da kilabilecegimiz bir yerde mola verip, ardindan gunesin tepeden biraz daha asagiya inmesini bekleyip geri kalan yolu tamamlamayi planliyoruz. Buna gore mola yerimizi Candarli olarak belirliyoruz.

Candarli - Dikili arasindaki yol cok keyifli bir yol. Dikili'den hemen sonra tirmanmaya basladiginiz dik yokuslar 20 dakika icinde kendisini hafif egimlere birakiyor, ardindan da pedal cevirmeden kilometrelerce inis gerceklestiriyorsunuz. Bu guzergahi kullanacak bisikletli arkadaslarin da ayni sekilde keyif alacagini soyleyebilirim. Bu guzergah ayrica cesmeleri ile de zengin bir guzergah, yol boyunca hic su sikintisi cekmiyoruz.

Candarli'ya ilk indigimizde beldenin sakinligi dikkatimizi cekiyor. Ince ve uzun bir burundan olusan Candarli'nin bir tarafi liman ve kordon, diger tarafi ise kum plaj ile cevrili. "Mola vermek icin ne kadar dogru bir yer secmisiz" diyerek seviniyoruz.

Resim 1: Candarli, Esinti Cafe'de dinlenirken.

Cuma namazini kilip, denize girip, karnimizi doyurup saatin 5 civarina gelmesini bekliyoruz. Bu esnada soguk birseyler icip iPhone'dan diziler seyrediyoruz. Vakit geldiginde de toparlanip yola dusuyoruz Necati ile beraber. Acikcasi toparlanma zamani geldiginde icimiz buruluyor ve bir yanimiz Candarli'da kalmak istiyor; zira sakinligi, suyun guzelligi bizi methediyor. "Annemlere anlatmaliyim buralari" diye geciriyorum icimden.

Resim 2: Havanin azicik serinlemesini beklerken.
 
Saat 5'e yaklastiginda artik toparlanip market ihtiyacimizi da karsilayip yola cikiyoruz. Bu esnada ruzgarin hizinin arttigini farkediyoruz. Ancak durumun vahametini yola ciktiktan 15 dakika sonra anliyoruz. Karsimiza almis oldugumuz ruzgar oyle bir kesiyor ki hizimizi duz yolda birinci vitesle gidemez oluyoruz. Yol cok guzel olmasina ragmen ortalama hizimiz 4-5 km/h mertebesine iniyor. Bununla yetinmeyen ruzgar beni bir kere de yolun disina atiyor, neyse ki siyriksiz, hasarsiz kurtariyorum durumu. Acikcasi hemen karsimizda fildir fildir donen ruzgar turbinleri de bu yorede sik sik kuvvetli ruzgar oldugunu bize soyluyor.

Bu guzergahi kullanacak arkadaslara tavsiyem, ruzgarin en az oldugu anda yola ciksinlar. Gunes tepede olsa bile, ruzgarli bir anda surmekten daha iyidir diye dusunuyorum. Zaten Candarli'dan 11 km sonra Izmir - Canakkale Asfaltina cikiliyor, burada ruzgari (varsa) arkaniza aliyorsunuz ve zemin inanilmaz kalitelilesiyor. Biz burada ortalama hizimizi 30 civarina cikartabildik.

Yolun geri kalan kismi sikintisiz ve hizli bir sekilde geciyor ve gun batmadan Aliaga'ya variyoruz. Aliaga, rafinerileri ile meshur bir yer. Uzunca bir sure pansiyon tadinda bir yer arayarak dolasiyoruz ancak nafile. Her tarafi yerlesim yeri ve sanayi bolgesi olan bu ilcede sehir giris ya da cikisinda cadir kurmayacaksaniz bir otelde kalmak durumundasiniz. Lakin genellikle iscilerin tercih ettigi otellerden sehir merkezinde bolca var ve fiyat olarak da pansiyonlari aratmiyorlar. Biz de tercihimizi bu otellerden birinden yana kullaniyoruz ve yerlesiyoruz.

Aliaga'da dikkatimizi ceken bir sey, ilcenin -ozellikle sahilin- bisiklet kullanimina gayet uygun olduguydu. Ozellikle kordonunda bisiklet ile gezmenin hazzi bambaskaydi, belirtmeden gecmek istemedim.

Ve gunun sonuna geliyoruz. Hizli bir aksam yemegi ve kordonda kisa sayilabilecek bir yuruyus turu ile gunu tamamliyoruz. Erkenden yatip dinlenmek gerek, zira ertesi gun Izmir yolu gorunuyor. Zaten yorulmusuz biz de, ruzgar epey yormus bizi ozellikle, milli maci izlerken uyuyakaliyoruz.

Asagidaki linklerde bugunku rota ile ilgili detayli verileri bulabilirsiniz. Yazimin faydali olmasi dilegiyle.

Dikili - Candarli Yolu
Candarli - Aliaga Yolu